24 Şubat 2024 Cumartesi

RUŞEN ÇAKIR NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?

 2/25/2024 TR724'te yayınlamayıp burada yayınladığım yazılardan.


Bildiğiniz gibi Ruşen Çakır son zamanlarda birkaç yayın yaparak Hizmet Hareketine karşı yıllardır yaptığı itibar saldırılarına devam etti. Gazetecilik faaliyeti adı altında analiz diye yutturulan algı operasyonları eşliğinde son derece trajikomik gayretler içerisine giren isimlerin başında geliyor kendisi tıpkı Levent Gültekin gibi. Hilal Nesin geçenlerde Twitter hesabında Levent Gültekin hakkında onun sürekli olarak “biri bana söyledi”, “biri beni aradı”, “biri bana yazdı” şeklindeki belirgin tarzını eleştirerek onun gazeteciliğini çok güzel bir şekilde özetlemiş oldu.

Ruşen Çakır gibilerin durumları da pek farklı değil. Mevcut Türkiye ortamının “parlak gazeteci” profilini özetle deseniz; direk olarak MİT adına gazetecilik (ajanlık) yapanları piramidin en üstüne oturtur sonra da aşağıya doğru inerek oralara da direk olarak yönlendirilmeseler de teşvik edilerek, enaniyetleri gazlanarak veya gizli bir kaynaktan denilerek yemlendirilmek suretiyle kullanılan ikinci sınıf algı operatörlerini, en alta da parti kulislerinden ve patronlarından beslenen kullanışlı tipleri yerleştirirdim. Piramidin özellikle de en üst kısmındakilerin sadece kullanılırlıkları değil içine battıkları bağnazlık, kibir ve ahlaksızlık aslen çok daha ciddi bir sorun. Bir silah gibi kullanılıyorlar adeta! Kimi bir kamçı, kimi bir bıçak, kimi bir tabanca, kimi de zehir veya biyolojik saldırı silahı kıvamındalar; yavaş yavaş zehirleyip, felç edip öldürmeden toplumu kontrol etmede kullanılıyorlar. Kimileri de sadece çamur atmakta kullanılıyorlar!

Çakır, yaptığı yayınlarından birinde, benim tabirimle, ‘Türk tipi profesörlerden’ Hilmi Demir ile birlikte Cemaatin “neden kült olduğunu” ispatlamaya çalışıyorlardı. Daha önce yazmıştım: Hizmet Hareketine kült diyen entel takımını ki aralarında sosyolog kimlikli olanı bile var kesinlikle ciddiye almaya gerek yok. Bu iddiayı analiz diye sunabilen bir ‘aydınımsı’ ya aşırı bağnazdır ya kin hastalığına tutulmuştur ya sürekli olarak ilgi çekme ihtiyacı hisseden bir psikolojik saplantı haline duçar olmuştur ya da direk olarak emir üzere nokta atış yapmaya çalışan bir algı operatörüdür. Bu kült meselesine ayrı bir yazıda değiniriz.

Onların söylediklerinin sosyolojik bir karşılığı yok. Böyle akademik ve hakikati arama endeksli bir niyetleri de bunu yapabilecek kapasiteleri de yok zaten. Yürütülen algı operasyonları kapsamında üretilmiş 3-5 basmakalıp ve salt iftira ve algı operasyonu kokan söylemleri ısıtılıp ısıtılıp kamuoyunun zihninde canlı tutmaya çalışıyorlar. Fitne ateşlerinin is ve dumanlarının devamını sağlayan köz ateşinin sönmemesi için ortama yalan ve algı üflemeye devam ediyorlar. O içi boş iftiraları ve söylemleri halkın önüne bir küspe gibi savurup duruyorlar. İşte benim ilgimi çeken asıl husus gerçekte bir toplumun sosyolojik anlamda çöküşüne dair en önemli ipuçlarının bu tür sahte ve kullanışlı aparat hükmündeki entel takımı üzerinden okunabiliyor olması hakikati. Konuya merakım daha çok buradan kaynaklanıyor. Yoksa onları bir nebze olsun ciddiye aldığımdan değil.

Dediğim gibi bu tarz söylemlerle öne çıkanların neredeyse tamamı çok net bir şekilde kamuoyu oluşturma ve yönlendirme çabaları kapsamında ya direk ya da dolaylı olarak kullanılıyorlar veya gayrete getiriliyorlar. Bu çabalar o kadar net ki eskiden bu söylemlere kulak kabartan Hizmete yakın isimler bile artık onları eskisi gibi ciddiye almamaya ya da araya mesafe koymaya başladılar. Bu gelişme kendilerini derinden etkilemiş olmalı ki Ruşen, derin devlet elemanı ve Ergenekon terör örgütü davalarında yargılanan karanlık isim Hanefi Avcı ile yaptığı son videosunda bu bilinçaltını açıkça ifşa ediyordu. İkisi de bazı Cemaat muhaliflerinin Türkiye’nin şartlarını göze alarak veya düşene vurmamak gibi düşüncelerden ötürü artık yayınlara çıkmak istemediklerini ama Türkiye’ye hukuk geri gelirse o zaman bu insanların konuşacağını ve çoğunun Hizmetten ayrılacağını iddia ettiler. Bu ifadelerin içeriği bile bu iki ismin temsil ettikleri odakların bilinçaltlarına ve art niyetlerine dair önemli okumalar yapmamızı sağlıyor. İlk başından beri yapmaya çalıştıkları tek şey de zaten bu: Ne yaparız da insanların aklına her daim korku ve ümitsizlik sokarız, kendilerinden ve sevdikleri insanlardan şüphe duymalarını sağlarız; hatta İslami hizmet anlayışından onları soğuturuz ve böylece kolaylıkla böler ve parçalarız! Avcı’nın söylediği gibi Türkiye’ye hukuk geri gelse zaten o insanların aklına ilk olarak Cemaatlerinden ayrılmak değil kendilerine soykırım uygulayan devletten hukuk önünde hesap sormak olur. Ancak Avcı ve Çakır’ın amaçları algı olduğu için kendi söylemlerinde bile nasıl saçmaladıklarını ve kendileri ile tenakuza düştüklerini göremiyorlar.

Twitter üzerinde benzer gelişmeler karşısında yazdığım mesajlarda yıllardır değindiğim hassas bir nokta var. Bu tip insanların organize hareket ederek sürekli olarak canlı tutmaya çalıştıkları sloganımsı ve klişe söylemler sadece ahmaklıkla, cahillikle, bağnazlıkla ve ukalalıkla yani Türkiye entelijansiyasının genel ahvali ile açıklanamayacak kadar derindir ve kasıtlı bir psikolojik harekât planının bir parçasıdır.

Burada hemen bir not düşeyim. Bu genel ifadelerden sonra birileri hemen çıkıp Ahmet Dönmez, Ahmet Kuru, Gökhan Bacık vb. eski bazı Cemaat mensuplarının sergiledikleri muhalif anlayışlarını algı operatörlüğü ile ilişkilendirdiğimi düşünmeyiniz. Şahsım olarak onların söylemlerini analiz edebilirim sadece ve yıllardır yaptığım gözlemlere dayanarak, kendim de akademik kökenli bir insan olarak, onları ciddiye almıyor; hatta pek samimi de bulmuyorum. Ruşen Çakır ve benzerlerinin bu insanlara yaklaşma ve onların muhalif anlayışlarını kullanma şeklindeki gayretleri ise çok sırıtıyor. Özellikle Bacık’ın, Hizmet’e kült diyebilmesi, 15 Temmuz’un ardında da yaşanan soykırımda da ve ülkede hasıl olan sosyolojik yıkımda da Ergenekon ve Erdoğan hükümetinin etkisini görememesi veya görmezden gelerek buradan ısrarla hala Cemaat’e ve Gülen’in liderliğine fatura çıkarmaya çalışması ve “Türkiye güçlü ve adil bir devlet ise cemaatin arkasından kalan bu ‘sosyolojik enkazı’ entegre eder” şeklindeki soykırımı meşrulaştıran devletçi anlayışı bu düşüncelerimi güçlendiriyor. Ruşen Çakır’ın, “tam temizlik kolay olmayacak” şeklindeki söyleminin Bacık ile aynı frekansta olduğunu ve bu soykırımcı-devletçi bakış açısının üzerinde durulmaya devam edilmesi gereken bir yaklaşım olduğunu yineleyerek Çakır ile devam edelim.

Zaten gazeteci Abdülhamit Bilici’nin, Çakır’ın bu sözü üzerine söylediği; “Korkunç bir kin ve Hitler kafasıyla senin [Çakır’ın] ‘tam temizlik kolay olmayacak’ dediğin olaya, AİHM, BM ve hukuka bağlı tüm medeni dünya, hukuksuzluk ve zulüm diyor” şeklindeki ifadesi her şeyi özetliyor.

Yine benzer düşüncelerle olsa gerek, geçenlerde Türkiye’deki zulümleri ABD senatosundaki bir insan hakları oturumunda dile getiren Abdülhamit Bilici, Ruşen Çakır’a hitaben yazdığı Twitter mesajında şunları söylüyordu.

“Nerdeyse tüm dünya 15Temmuz’un çakma darbe olduğunu anlarken, Erdoğan’ın darbeyi enişteden öğrenmesine rağmen istihbarat şefi Fidan’a dokunmaması bile kuşkulanmak için yeterliyken, bu beylerin olaya darbeymiş gibi bakıp, hiç sorgulamama nedeni aptallık olmayacağına göre nedir?

Cemaate karşı olsa da mesela Ahmet Şık, 15 Temmuz’a dair aşağıdaki soruları sordu ve bu yüzden hapse atıldı. Ruşen Çakır, Hanefi Avcı ve benzerleri, böyle yüzlerce sorunun cevabını biliyor mu? Onların sorgulamama nedeni, hapis korkusu mu, yoksa Hizmet’in aklanma ihtimali mi?”

Evet hem hala bölemediler hem Hizmet’in kendisine atılan iftiralardan yargı ve kamuoyu vicdanı önünde aklanma ihtimalinden ve ardından kendilerinden hesap sorulmasından yani yargılanmaktan korkuyorlar hem psikolojik ve ahlaki üstlüğün ve hakikatin her daim Hizmet’in yanında olmasından an be an titriyorlar hem de süreçteki maddi kazanımlarını bir anda kaybetmekten korkuyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden Türkiye aleyhine açılan ihlal davalarından devleti suçlu bulan kararlar çıkıp duruyor. Bu da Erdoğan sonrasında ülkenin yularını elinde tutmaya devam etmek isteyen ulusalcı (Ergenekoncu) derin devlet zihniyetini rahatsız ediyor.

Şimdiden insanların kuvve-i maneviyelerini, topluca hak arama şanslarını güçlendirecek olan birlikteliklerini ve onları tekrar derleyip toparlayabilecek olan liderlerine olan sevgi ve inançlarını kırabilmek adına bahsettiğim 3-5 klişe söylemle ve aynı kişileri kullanarak sabit noktalara vuruş yapmaya devam ediyorlar. Hizmet insanının (onlara göre sosyolojik enkaz) Çin tarzı eğitim (yeniden topluma kazandırma) yöntemleri ile bireyselliklerini, karakter özelliklerini ve cemaat anlayışlarını yerle bir ederek onları hızlıca sindirmeye ve dönüştürmeye ve Hizmet’i kendi yönetecekleri geleceğin Türkiye’si içinde eritmeye, böylece uluslararası soykırım ve tazminat davalarından da kurtulmaya çalışıyorlar.

Yine Çakır’ın Medyascope’taki yazısında kullandığı şu ifade de bu paniğin ve beklentinin ‘sosyoloji’ şekerine batırılmış halini özetler nitelikte: “Benim gördüğüm kadarıyla artık Türkiye’deki mağdurların büyük bir kısmı orayla ilgilerini –mânen ve maddeten diyeyim– kesmiş durumda.” Ama bunu söylerken hala neden, neredeyse haftada bir İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın Twitter hesabından adeta salyalar akıtarak ‘Kıskaç operasyonları’ adıyla duyurduğu hukuksuz soykırım operasyonlarının yapıldığını, Türkiye’de insanların neden hala mağdur ailelere yurtdışından yardım toplayıp dağıttıkları için Cemaat (onlara göre terör) üyeliğinden içeri alındıklarını ve insanları savunacak avukatların bile terör üyeliği ile tehdit edildiklerini, yapmaya çalıştığı algılar adına görmezden geliyor.

Gelin, işaret ettiğim bu son noktalar ile şimdi bahsedeceğim alıntıları birleştirerek hakikatin iki ucunu nasıl birbirine bağlayacağımı görün ve sonrasına da sizler karar verin.

Ruşen de Levent Gültekin de benzer ifadelerle Hizmet insanlarına artık Türkiye’de yer olmadığını söylediler ki bu da yeni bir taktik değil. Ergenekoncu ve CHP’li çevrelerden de benzer söylemler gelmişti daha önce. (Klişeler üzerinden belli periyotlalar ile yapılan nokta atış tezim). Mesela ‘gazeteci’ Atılgan Bayar’ın, 2012’lerde söylediği “gönüllerden düşeceksiniz, evlatlarınız bile sizden nefret edecek” şeklindeki sözleri veya beklentileri gibi!

Çakır da bu konuda son derece öfkeli bir üslup ile şunları söylemişti:

“Bu saatten sonra herhangi bir ders çıkartacağınızı da sanmıyorum. Yok olmaya mahkûmsunuz. Tekrar bir şekilde var kalacağınızı düşünüyorsunuz. Tekrar geri dönüp, tekrar eskisi gibi olacağınızı düşünüyorsunuz. Olmayacak. Türkiye hiç de iyi bir yere gitmedi darbe girişiminden sonra. Bunun da birinci derecede sorumlusu sizsiniz. Ama iyi bir yere gitmedi diye, Türkiye çok daha kötü bir yere geldi, çok daha demokrasiden, hukuk devletinden uzaklaştı diye kimse sizi özlemiyor. Böyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bütün bunların ardında sizin parmağınızı, sizin yapıp ettiklerinizi insanlar çok iyi görüyorlar. Bence bir an önce bu işe son verin ve herkesi salın, bâri kendi başının çâresine baksın.”

Bu ifadelerde geçen son kısım yukarıda bahsettiğim bir önceki paragrafa yansıyan panik ruh halinin ve art niyetin psikolojik çözümüne dair bir delil hükmünde.

Geri dönemeyeceksiniz şeklinde özetlenebilecek olan diğer kısımları ise öfkeli ve sosyolojik gerçeklerden uzak, soykırımcı ve faşist yaklaşıma ve bu yönde yaptığım psikolojik tahlillere ve bu kesimlerin bilinçaltlarına ayna tutuyor.

Eski Zaman Gazetesi yazarlarından Dr. Hamdullah Öztürk, Çakır’ın bu videosu üzerine çok güzel bir video yayınladı ve hem Çakır hem de Gültekin’in art niyetli ve yanlış yaklaşımlarını eleştirdi. Cevaben yaptığı açıklamada “Türkiye’deki asıl sorunun aydınların ülkenin geleceğine dair bir planı olmaması olduğunu” ve Hizmet insanının örgütlenmek adına değil bu eksiği kapatmak adına ve İslam’ın öğrettiği inançları kapsamında faaliyet yürüttüklerini hatırlattı. Ardından da kendisinin de Hizmet insanlarının da Türkiye’ye bir gün gelebileceğini, bunun Allah’ın bileceği bir şey olduğunu hatırlattı.  

Hizmet’in Türkiye’ye dönmesi veya dönebilmesi meselesinin sadece manevi değil konuşulması gereken önemli sosyo-politik boyutları da var elbette; ama şimdilik onu başka bir yazıya havale edip bu kadarı ile iktifa edelim.