28 Ağustos 2017 Pazartesi

15 TEMMUZ DARBE RÜYASI

Bu yazı 28 Ağustos 2017 tarihinde Yeniyon24 de yayınlanan köşe yazısıdır.

Malumunuz, içinde yaşadığımız kasvetli dönem AKP’li bazı bakan ve çocuklarının bulaştıkları ve ucu Erdoğan ve ailesine de dokunan 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmaları ile başlamıştı. Erdoğan’ın, konuyu adalete teslim etmek ve hukuki zeminde aklanmak yerine adalet sistemine ve hayali düşmanlara saldırmayı tercih etmesiyle de devlet treni geri dönülemez bir hukuksuzluk sürecine girdi. Sürekli çoğaltılan KHK’larla da bugün artik Türkiye’de demokratik sistem ve hukuki düzen tamamen çökmüş, fiilen bitirilmiş durumdadır.

Halen suçsuz ve yargısız bir şekilde hapiste tutulan yazar ve fikir adamı Ali Ünal’ın yıllar öncesinden öngördüğü gibi; AKP sayesinde artık devlet treni rayından çıkmış bulunmaktadır. Yine aynı hukuksuzluk çerçevesinde hapiste tutulan Ali Bulaç ise, AKP’nin Çanakkale Savaşından sonra ülkenin başına gelen en büyük felaket olduğunu söylemişti. Bazıları da yaşanan rezaletin boyutuna bakarak buna bir fetret devri benzetmesi yapıyorlar. Bense AKP ve Erdoğan ile yaşadığımız bu dönemin, Türk tarihi ve İslam tarihinde başımıza gelen en büyük felaketlerden birisi olma niteliği taşıdığını düşünüyorum. Bunun bir fetret devri değil; aksine sistematik bir çöküş, büyük bir manevi, vicdani ve ahlaki yozlaşma ve çürüme dönemi olduğunu iddia ediyorum.

Bu satırların yazıldığı dönem, zulumlerin ve hukuksuzlukların artık zirve yaptığı, insanlığın ise en diplere savrulduğu, vicdanların en köreldiği dönem. Aradan neredeyse dört yıl geçmiş! Allah bu millete daha dibini göstermesin!

Bu dip noktaya gelişin dönüm noktası süphesiz 15 Temmuz 2016 ‘darbesi’ oldu. Her ne kadar Erdoğan daha ilk saniyesinde suçluları ilan etmiş olsa da, bizler ilk günlerde yaptığımız gözlem ve analizlerde açıklamaların yetersiz hatta şüpheli olduklarını belirtmiş ve darbenin eylem tarzının son derece acemice planlanmış, darbe bile denilemeyecek boyutlarda olduğuna işaret etmiştik. Bugün kamuoyunun yönelttiği bütün sorular hala cevapsız bırakılmakta, ortaya saçılmaya başlayan ifşaat ve deliller haklılığımıza ışşık tutmakta ve meclis hala kapsamlı bir soruşturma yürüt(e)memektedir. Devlet erkanının yaptıkları açıklamalar birbiriyle çelişmekte, olayın kritik kişileri adaletten kaçırılmaktadır. Bazı partili vatandaşların bile önceden bildiklerini açıkladıkları bir darbe hazırlığından Erdoğan’ın nasıl haberdar olmadığı ve olduysa da milleti neden kanlı bir sokak eylemine davet ettiği hala gizliliğini koruyor. Ama başını Erdoğan’ın çektiği hükümet ve AK Parti camiası ve onlara destek veren Perinçek-Oda TV çevreleri; kısaca Ergenekon sanığı çevreler, tüm gayretleriyle darbe suçunu Hizmet Hareketi’ne yıkmaya devam ediyorlar. Gülen’in, olayı uluslararası bağımsız bir heyet araştırsın daveti de hala cevapsız bekliyor. 

Aslında her şey gayet açık. Son 3-4 yıldır hayali bir düşman üreterek kendine alan açmaya çalışan Erdoğan önce bir ‘paralel’ düşman ilan etti. O laf eskidiğinde ise vites arttırdı ve Hizmet Hareketini bu sefer terörist göstermeye çalışıp ‘FETÖ’ ifadesini icad etti. Bugün kimse paralel kelimesini kullanmıyor bile çünkü yeni ‘moda’ yani Erdoğan’ın hafızalara kazınmasını istediği ifade artık ‘FETÖ’. Fakat son bir iki yıldır Erdoğan’ın Cemaat’i terörist olarak gösterme gayretleri de başarılı olamadı. Özellikle yurt dışında hiç alıcı bulamadığı gibi kendi tabanında bile şüphelere sebebiyet verir oldu. Bunun üzerine Erdoğan da kurnazlığını kullanarak tekrar vites arttırdı ve terörist olarak lekeleyemediği Hareketi bu sefer darbeci olarak göstermeye çalışacak bir oyun tezgahladı. Daha ilk saniyesinde ‘Allah’ın bir lütfu!’ diyerek karşıladığı bu darbeyi hemencecik Cemaat’in üzerine yıktı ve bunu hafızalara kazımaya çalışacak eylemlere imza attı. Yakaladığı o ivme ile de KHK’lar çıkararak devlet sistemini yeniden dizayn etti ve her istediğini de aldı. Bugün devlet fiilen bitti dediğimiz bu noktaya işte o darbe ‘bombası’ ile gelindi. Hukuki soruşturması bizzat Erdoğan ve partisi tarafından örtbas edilen bu tiyatro darbe her yönüyle Erdoğan’ın çıkarlarına hizmet etmeye devam ediyor. Bu çok lezzet vermiş olmalı ki daha geçenlerde kalabalıklara; ‘’Yeni 15 Temmuzlara hazır mısınız?’’ diyerek yeni planların işaretini verdi. Hatta bir çok yazar bunun paralelinde Havuz gazetelerinde yükselen suikast haberleri üzerine AKP’nin suikatler düzenleyerek bunu da Cemaat’in üzerine atabileceğine dair ihtimallerden bahsettiler. Bizzat Fethullah Gülen’in kendisi bir açıklama yaparak yakında bu tür hain planların gerçekleştirilebileceğinden ve suçun tekrar Harekete atılmaya çalışılabileceğinden bahsetti.

Gelelim rüyamıza…

15 Temmuz darbe tiyatrosundan yaklaşık iki ay önceydi. Rüyamda AKP’nin onbinlerce insanı büyük bir stadyuma doldurduğunu görmüştüm. Ancak bir his sayesinde çok net bir şekilde o insanlara bir tuzak kurulduğunu, onları stadyuma kötü bir maksatla doldurmaya çalıştıklarını ve büyük bir bomba patlatacaklarını biliyordum. Bunu biliyordum fakat sebebini bilemediğim bir nedenden ötürü bunu stadyum dışında gördüğüm insanlara açıklamadan onları uyarmam gerekiyordu. Öyle de yaptım. Bir arkadaşamın eşinin abisinin yanına gittim ve içeri girmemesini söyledim. Öfkeli bir şekilde bana partici sloganlar atarak yoluna devam etti. O bayanın o yaşlarda bir abisi olduğunu bile bilmiyordum. Bu rüyayı arkadaşıma anlatırken ilk olarak öyle bir abisi olup olmadığını sormuş ve evet cevabı alınca da şaşırmıştım. Rüyamda, abisinden sonra o çok iyi tanıdığım ve yıllardır görüştüğümüz o bayanın yanına gittim. Ona, ‘’Bak! Abine rica ederek söyledim ama sana direk söylüyorum; içeri girme dedim’’. Çünkü tanıdığım ve sevdiğim bir insandı ve sebebini de söyleyemeyeceğim için daha emri vaki bir ifade kullanarak onu korumaya, stadyuma girmekten alıkoymaya çalışıyordum. Cevabını duyamadan uyanmıştım!

Daha önce de süreçle alakalı bir çok rüya görmüş ve bir kısmını yazmıştım. Hizmet Hareketi’nin büyük bir sıkıntı ve kovuşturma yaşayacağını ama sonunda galip geleceğini; Fethullah Gülen’in Erdoğan’ı son kez uyardığını ama onun öfkeyle uzaklaşması ile üzerine gökyüzünde gayretullah kapısının açıldığını; bir meleğin gelerek Cemaat’i teftiş ettiğini ve ‘çok güzel’ diyerek yanımdan ayrıldığını görmüş; Erdoğan yüzünden ülkenin üzerine kara bulutlar çöktüğünü ve zelzeleler olacağını görmüş, yaklaşan dönemde büyük inmtihanların olacağını bu rüyalar sayesinde hissetmiştim. Bu yazdığım rüyanın üzerinden iki ay geçmeden de darbe tiyatrosu sahnelendi ve en başta resmini çizdiğim çöküşe doğru yuvarlandı ülke hem de bir yıl içerisinde. Sanki rüyamdaki bomba patlamış ve ülke göçmüş gibi oldu.

Bu dönüm noktası ile Müslümanlar arasına daha büyük düşmanlıklar kasıtlı olarak sokuldu. Hizmet Hareketi mensuplarına hain, darbeci, terörist vb. söylemler zirve yaptı. AKP’li taban bu tür nefret ve kin dolu söylemlerin bataklığına itildi. Masum bir Müslümana terörist demek tekfir etmek anlamına geleceğinden ve sözün sahibinin imanını tehlikeye atacağından dolayı bir çok AKP’li insan bu tehlikenin içine atıldı.

O rüyamı kendimce yorumlarken; AKP’nin insanları maddi olduğu kadar manevi bir tehlikenin de içine çekmeye çalışacağı şeklinde yorumlamıştım. Gelinen nokta tevilimde beni haklı çıkardı, belki de eksik bile olduğumu gösteriyor.

O arkadaşım olan bayana ne mi oldu? Son derece partici olan ailesi gibi meğerse o da ciddi bir parti savunucusu imiş. Hizmet’in içinde olan ama insanlarla birtakım sorunlar yaşayan, kafasında şüpheler olan eşi ile birlikte darbe şokunu yaşayanlardan oldular ve yollarını ayırdılar. Bu bayan ise yolunu ayırmakla kalmadığı gibi sağda solda Hocaefendiyi ve Hizmeti zan altında bırakacak partici söylemlere devam etti ve onların nasıl ‘darbe yapmış olabilecekleri’, ‘nasıl yoldan çıktıkları’ yönünde Erdoğancı ‘tezleri’ savunmaya devam etti.

Ne diyelim! Bu bir imtihan dönemi ve Allah (c.c.) her Müslümanın imanını zalimlerin ve münafıkların sinsi planlarından korusun ve Müslümanlara akıl, iz’an, vicdan ve muhasebe duygusu versin. Zalimleri ve insanların imanlarını çalmaya çalışan münafık karakterli yalancıları da bildiği gibi yapsın, onların gerçek yüzlerini bir gün herkese göstersin; onların hain planlarını çökertip kendi başlarına çevirsin. Amin!

Tüm yazılar için blog: http://akliselim.blogspot.com veya http://www.yeniyon24.com/author/ugur-tezcan/
Twitter: https://twitter.com/ugur_tezcan

1 Ağustos 2017 Salı

MATEMATİKSİZ CİHAT OLUR MU?

Bu yazı 1 Ağustos 2017 tarihinde Yeniyon24 de yayınlanan köşe yazısıdır.

Türkiye, 17-25 Aralık sonrası AKP döneminde tarihinin en talihsiz günlerini yaşıyor. Muhalefetin ve Derin Devlet yapılarının da dolaylı yoldan verdikleri destekle kendine özgüveni artan ve yaşadığı güç zehirlenmesi ile gözü kararan AK Parti liderliği devlet trenini rayından çıkardı. Ülkenin son yüz yılda demokratik kazanım adına biriktirebildiği üç-beş ne varsa hepsi bir anda çöpe atıldı. Yaşanan hukuksuzlukların kabile devletlerinde bile yaşanmayacak boyutlara nasıl ulaştığını hayretler içerisinde izliyoruz.

Tüm bunlar olurken bir de AK Partili yetkililerin oluştudukları yapay gündem maddeleri ile debelenip duruyor ülke. İnsanların zihinleri adına ‘vatan’ denilen bir tımarhaneye hapsedilmiş durumda adeta. Eskiden Anadolu denildiğinde aklımıza güzel insanlar diyarı gelirdi. Şimdilerde ise ruh hastası ve paranoyak insanlarla dolu yığınlar geliyor hatırımıza.

Her gün yeni bir algı, yeni bir karapropaganda peşinde koşan AKP liderliği çoğunlukla kasten ve manipülatif ifadeler kullanıyorlar. Ama kimi zaman ahmaklıklarının ve cahilliklerinin eseri olarak da yanlış ve lüzumsuz beyanlarda bulundukları da oluyor. Yani onlarınki hem art niyetten hem de zihni kabiliyet yoksunluğundan kaynaklanan muzaaf bir ahmaklık örneği ve iki dünyayı da kaybettirecek hüzünlü bir kaybediş hikayesi.

İşte bu tarz ifadelerden bir tanesi daha geçenlerde sarfedildi. TBMM Milli Eğitim Komisyonu'nun AK Partili üyelerinden Ahmet Çamlı, "Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydası yok" dedi. AKP liderliği fikriyat yönüyle çoğunlukla ciddiye alınmayacak insanlar olsalarda, dinimizi kirleten, zarar veren ve kavramlarımızın içini boşaltan tehlikeli sözlerinin ele alınıp irdelenmesi gerekiyor. Zira bugün iyi biliyoruz ki ülkede AKP ile yaşanan bir radikalleşme, bir selefileşme ve bir fanatiklik hakim ve artan bir hızla da toplumun kılcallarına nüfuz ediyor. Bu da İslam’ın ve ülkemizin geleceği adına endişe verici bir gelişme. O nedenle gelin bu sözden hareket ederek önemli bir kaç noktaya değinelim.

Çamlı’nın sözünün tersi de çok doğru değil. Yani ‘matematik bilmeyen çocuğa cihat öğretmenin faydası yok’ önermesi de yanlış ve yetersiz. Burada asıl üzerine odaklanmamız gereken husus ‘cihat bilmenin’ ne anlama geldiği, ‘cihat’ kavramını kullanırken başta Selefiler ve İslamcı siyasetçiler olmak üzere birçok Müslümanın içine düştükleri tanımlama hataları, kavrayış yoksunlukları, yanlış referans noktaları ve pragmatist seçicilikler. Bu yazıda, AK Partili fanatikler gibi birçok kesimin idrak edemedikleri bu noktaya odaklanacağız. Eğer doğru çerçeveye oturtabilirseniz şunu söyleyebiliriz ama; Matematik (ilim) bilmeden modern çağda (kavramın gerçek ve yan manalarıyla) 'cihat' (nefis kontrolü, temsil, tebliğ) yapılamaz. Şimdi bunu biraz açalım.

Fanatik-selefi akımlar cihat kavramını yüzeysel anlamı ile ele alarak, onu tarihsel-pratik bir düzlemde, gerçek kimliğinden soyutlayarak kullanıyorlar. Bu yaklaşım onlara rahat bir hareket alanı kazandırıyor. Zaten tüm İslam ülkelerinde bir çeşit zulüm devam ettiğinden dolayı durumdan rahatsızlık duyan bireylere bu pratik alan üzerinden ulaşmaya çalışıyorlar. Son derece pragmatist, güç teminine (devşirmeye) dönük ve gündelikçi çıkarlara dayalı politikalarla nefes alan İslamcı hareketler de böyle bir çerçeveye oturtulmuş olan cihat kavramını kendi siyaset mağazalarının vitrinine koymak suretiyle siyasi bir kimlik oluşturup müşteri (taraftar) kazanamaya çalışıyorlar. Yani oluşturdukları kimliğin ana iskeleti neredeyse bu cihat kavramı ve onun türevi anlayışların işletilmesine bağlı olarak çalışıyor. Kısaca, cihat kavramını gerçek kimliğinden soyutlayarak, onu; kendi oluşturdukları kimliğin özü, esası yapıyorlar. Yani timsahı öldürerek derisi ile kendilerine sağlam bir kemer, fili öldürerek de fildişi ile büyüleyici kolyeler yapıyorlar.

Hepinizin iyi bildiği gibi cihat, küçük cihat ve büyük cihat olmak üzere ikiye ayrılır. Bu tanımlama bizzat Efendimizin beyanına dayanmakta. Yukarıda özetlediğim kesimlerce algılanan cihat şekli sadece küçük olarak adlandırılan cihat. Hatta bir tesbitte bulunayım: Onlarınki küçük olan cihadın bile ufak bir parçası aslında. Fethullah Gülen Hocaefendi, küçük cihadı tarif ederken onu dinin emirlerini fiilen yerine getirme boyutuyla da ele alır. Yani sadece güçle-emekle mücadele değil, dinin emirlerini fiilen yerine getirmek de bunun bir parçası. Biz Müslümanlar henüz bu konuda bile yeterli bir mesafe katedememiş, hayatımızın o yönünü bile günlük yaantımızın içine sistematize edememiş topluluklarız. Bu, işin benim yüzeysel-şekli anlam dediğim boyutu sadece. En geniş, ulaşılması zor olan ve en makbül manasıyla cihat ise, birazdan resmedeceğimiz büyük cihada tekabül ediyor.

Cihat kavramı sözcüklerle ifade edilmesi kolay; ancak derin manasının gerçek boyutlarıyla anlaşılması zor bir kavram. Mesela bir tablonun karşısında durup o tabloyu başkalarına anlatabildiğinizi; ama tablodaki o resmi kendinizin yapma kabiliyetinizin olmadığını veya çok sınırlı olduğunu düşünün. Yani hakkında etraflıca konuşabiliyor ama yapamıyorsunuz. İşte günümüz Müslümanlarının durumu da buna benziyor. Bu kavrayış olmayınca da cihadın temsil ettiği gerçek mana Müslümanca yaşamanın ideal çizgisi haline getirilemiyor.

Birçok İslam aliminin ifade ettikleri gibi cihat kavramı çok daha geniş anlamları kapsayan ve birçok manevi kabiliyeti işlettirmeyi gerektiren derin bir hakikattir. İman; dinin özü, esası ve manevi denizi ise, gerçek manasıyla cihat da, o öze ulaşmak adına yapılan zorlu bir yolculuğun adıdır. Hocaefendi de bu zorlu yolculuğa hep işaret etmiş ve onu (büyük cihat) ‘’insanın kalbi ve ruhi hayatı itibariyle insanlığa yükseltilmesi ameliyesi’’ olarak nitelendirmiştir. Düşünsenize; neredeyse nefes alır sıklıkta çevremizle ve zihni melekelerimizle sürekli bir iletişim halinde bulunuyoruz. Kin, nefret, öfke, bencillik, kıskançlık ve nefsani arzu gibi son derece ‘’tahrip edici ve insani kemalattan alıkoyucu duygu ve düşünceler’’ (F. Gülen) yaşam okyanusunun küçük-büyük dalgaları şeklinde ruh sahillerimizi mütemadiyen dövüyorlar ve onu aşındırıyorlar. İşte büyük cihat, bu tarz ‘’duygu ve düşüncelerin bütününe karşı ‘kavga’ etmenin’’ (F. Gülen), direnmenin ve o dalgalara karşı yüzmenin, o uğurda çalışma azim, cehd ve gayretinin adıdır.

Evet! Popüler kullanımdaki anlamıyla cihat, iman denizinin sahilinde yüzüp, küçük balıklar tutmak gibidir. Gerçek derinliği ve manasıyla cihat ise, o iman okyanusunda, dalgalara ve fırtınalara rağmen insan olmanın gerçek manasının anlaşılması uğruna bir sefere çıkmaktır. Meşakkatli ve hedefe ulaşılması adeta imkansız gibi görünen o zorlu yolculukta üzerinde ilerlediğimiz gemi ise ilim gemisidir. Onun dümeni akıl, pusulası vicdan, yelkenleri de sabırdır. Bedeni ise bilgi ve hakikat tahtalarından yapılmıştır.

Kainattaki tüm yaratılış nasıl Allah’ın (c.c.) ilminin bir yansıması ise bizleri Allah’a ulaştıran iman yolculuğu da o yüce ilmin bir yansıması, bir türevi olan kendi cinsinden ilimlerin varlığıyla mümkün olabilir. Allah’a en yakın olabilen, ondan layıkıyla korkabilen ki, bir hadiste “Hikmetin başı Allah korkusudur denilmiştir, onu gerçek hakikatıyla en iyi şekilde bilip, tanıyıp, anlayabilen kişiler alimlerdir. Onları Paygamber varisi yapan miras da kendilerine lütfedilen ilim ve irfandır. Zümer (39-9) suresinde zikredilen “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” hakikati de buna işaret etmektedir. Bu bağlamda; Maide suresi 35. ayetinde ‘’Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya yol arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz’’ denilirken, cihat kelimesi ile Allah’a yakınlaşmaya yol arama davetinin (emrinin) yanyana bir arada zikredilmeleri de son derece ilginçtir (Bu son cümle şahsi yorumumdur; lütfen tefsir olarak kabul etmeyiniz).

Bu çok az insana nasip olan ilmi kavrayış ve bakış (basiret-firaset) olmayınca, fertler; korkular, nefsani tuzaklar ve ihtiraslar aracılığıyla kullanılmaya ve kandırılmaya daha müsait hale geliyorlar. Günümüzde Müslüman toplulukların yaşadıkları zulüm ve sıkıntıların temelinde bu vardır. İlahi hakikatler ile ruh ve vicdanımız arasındaki ilim halatları koptu ve irfan köprüleri yıkıldı. Bizler de yüksek debide akan bir ırmağın bir köşede topladığı çalı-çırpı gibi adına ‘Müslüman ülke’ dediğimiz alanlarda ‘Müslüman yığınlar’ olarak toplandık. Medreselerimiz, mekteplerimiz, üniversitelerimiz, kışlalarımız, devlet kurumlarımız, camilerimiz hep cehaletin, ilkesizliğin, taklitçiliğin, tembelliğin, nemelazımcılığın, sistemsizliğin, şekilciliğin, bid’atların, hatta zulümlerin merkezleri haline geldiler.

Medeni dünya ilim ve teknoloji alanında çok hızlı bir sür’atle bizleri geride bırakıp zenginleşirken geliştirdiği sistemleri, insanı ve toplumu daha iyi analiz eden fikriyatı sayesinde de insanlık dümeninin başına geçti. Bizler hakikat denizinde irfan ve bilgelik avlayabileceğimiz güçlü inanç ağlarına sahip olduğumuz halde, onların ilim yoluyla, daha cılız konumdaki düşünce ağları ile yakaladıkları en küçük vicdan ve ahlak balıklarını dahi yakalayamadık. Hala da birbirimize zulmedip, birbirimize çelme takıp bir o yana bir bu yana tosloya tosloya zaman ırmağında, sanki rastgele akıp giden bir ağaç kabuğu gibi plansızca sürüklenip gidiyoruz.

İşte yukarıda çerçevesini sunduğum büyük (derin manasıyla) cihat ufkunu yakalanamadığımız müddetçe (maddi-manevi) ilmin çelik halatları ile o irfan köprüsünü asla yeniden tesis edemeyecek ve yeniden bize ait bir medeniyet inşa edemeyeceğiz. Böylece insanlık ile aramızdaki mesafe gittikçe daha da artacak ve bizler hem onların sadece tüketicileri konumunda kalmaya devam edeceğiz hem de birbirimizin enerjisini ve geleceğe dair yeşerttiğimiz son ümit kırıntılarını da tüketmeye devam edeceğiz.

Yani ilimsiz bir cihat yolculuğu; tıpkı bazı Hollywood filmlerinde işlendiği gibi, batan bir geminin son kalan kütük parçasına tutunarak okyanusta hayatta kalmaya çalışmaya benzer. Genelde sonu hüsranla biter ve başarısız olmaya da mahkumdur.

Günümüzde öncelikle bize ait hakikatleri özümseyip insanlık ufkuna erişebilmenin, ardından da onları temsil ve tebliğ yoluyla başkalarına da ulaştırabilmenin yani i’la-yı kelimetullah (Allah’ın kelamını yüceltmek) yoluyla cihat edebilmenin yolu işte bu ilim yolundan geçer. Zaten, Hocaefendi’nin ifadesiyle, Bediüzzaman Said Nursi de, “medenilere galebe ikna iledir” diyerek cihat kavramına yeni bir buut kazandırmıştır. Bu ‘galip’ olabilme hali ilim, düşünce ve sistemleşmede zirveyi yakalayabilmekle gerçekleşebilir ancak. Bu çerçeveye, Bediüzzaman Hz.lerinin ‘’Merak ilmin hocasıdır’’ ifadesini de oturttuğunuzda resmetmeye çalıştığım hakikat tablosu daha da netlik kazanmış oluyor ve ilim-cihat-irfan-medeniyet yolculuğunun başlangıç noktasına perde aralıyor.

Eski ve yeni bilgilere hakim olmayan, merak edip sorular sorarak hakikatleri didik didik etmeyen insanlar günübirlik yaşayorlar ve tefekkür ve tekamül yolundan sapıyorlar. Böylece de gittikçe özlerinden uzaklaşıyor, vicdan, ahlak ve idrak melekelerini zamanla körleştiriyor veya hepten kaybediyorlar. Böyleleri; çok geçmeden art niyetli siyasetçilerin, din istismarcılarının, düzenbazların ve zalimlerin kuklaları haline geliveriyorlar, günlük korkular, gelecek endişeleri veya boş ümit ve hayallerle kolayca kandırılarak ‘cihat’ adı altında yanlış hedeflerin cazibesine kapılıyorlar.

Tıpkı ay ışığının yakamozları üzerinde yaratıcısını zikretmesi gerekirken, insanların yaktığı lambaların üzerine atlayarak yanarak ölen böcekler gibi; ilimden ve meraktan nasipsiz insanlar da Aşk-ı İlahi’den ve Rabbimizin hikmet güneşlerinden süzülüp gelen nurdan hakikatler (vahyin gerçek frekansı) yerine sahte insanların yaktıkları sahte siyaset ampüllerinin peşine takılıp gidiyorlar ve hem dünyalarını hem de ahiretlerini tehlikeye atıyorlar.

İşte bu nedenle derim ki; Peygamber mirasçıları olan alimlerden kabul ettiğim Fethullah Gülen Hocaefendi ve Bediüzzaman Hazretleri gibi alimler insanları yanlış ve eksik olan cihadi perspektiflerle motive etmiyorlar ve böylece onları boş hayallerin, temelsiz fikirlerin ve fırsatçı-gaddar yönetimlerin peşine takılıp gitmekten kurtarıyorlar.  Zaten sisteme o şekilde biat etmemiş olduklarından dolayı çeşit çeşit zulümlerin baş hedefleri haline geliyorlar. 

Gerçek alimler bireyi temel plana alarak onun kafa-ruh-vicdan bütünlüğü ve insicamına yani iman inşasına odaklanırlar. Bireyin Allah’a yakınlaşmasına vesile olmak gayesiyle onun ruh havzasına köprü kurup ilim-iman-vicdan bütünleşmesine yoğunlaşırlar. Bunu yaparken de birey ile toplumu, ilim ile imanı, vicdan ile ahlakı, irfan ile medeniyeti buluşturmaya gayret ederler. Bu yöntem Peygamber mesleği olması hasebiyle günümüzde de hala en geçerli olan cihat şeklidir. Doğru olan yöntem de budur. Medeni asırda i’la-yı kelimetullah yani Allah’ın adını yüceltmek ancak bu tarz yöntemlerle mümkündür.

Bunun dışındaki bütün mevcut (silahlı-siyasi) cihat akımlarının İslam’ın geleceğine ve günümüzde temsil edilebileceği şekliyle I’la-yı kelimetullah çizgisine hiçbir önemli katkısı yoktur. Bizler medeniyetin ‘galebe’ etme kabiliyetini haiz silahları ve kabiliyetleri ile silanhlanmadıkça da olamayacaktır. O tür bozuk yöntemlerinin zararları yararlarından kat be kat fazladır. Müslümanları oyalamaktan, sahilde kum eşelemekten öteye götürecek neticeler doğuramazlar. Kim bilir belki de bu gerçeğin çok iyi farkında olan bazı azılı din düşmanı ve münafık kesimlerin böyle bir ilim-iman inşasını gaye edinmiş bulunan alim şahsiyetlere daha çok saldırmalarının asıl nedeni de budur.