31 Ekim 2017 Salı

CEMAAT ELEŞTİRİSİNDE DENGE

Bu yazı 31 Ekim 2017 tarihinde Yeniyon'de yayınlanan köşe yazısıdır.


Her ne kadar yazı içerisinde Ahmet Kuru’nun son yazısını adres vermiş olsam da sadece birkaç noktaya değindikten sonra bazı genel hususlara işaret ederek devam edeceğim ve benzeri yaklaşım ve üsluplarla ‘eleştiri’ yazıları yazan insanlara bir bakış açısı sunacağım.

Ahmet Kuru’nun ‘’Liderler, Prensipler ve Peygamber Örneği Problemi’’ başlıklı yazısına bir çok insan tepki verdi ki bunlardan birisi de bendim. Yazının dini referanslar yönünden eksiklikleri olduğu gibi, genel kompozisyon açısından eleştirilebilecek kurgusal ve mantıksal kusurları da mevcut. Hatta bu kurgusal hatalar o kadar belirgin ki yazı, akademisyen kimlikli bir insanın kaleminden çıktığı için yaşadığımız stresli zulüm döneminin de etkisiyle insanlarda ister istemez, haklı veya değil, bir niyet sorgulamasına yol açıyor. Bu noktayı sonra açacağım.

Yazıda genel anlamda ‘dini liderler de sorgulanabilir’ sorgulaması yapılmak istenmiş ancak bu; içerisinde hakikat kırıntıları barındıran fikir çok yanlış bir kurgu üzerine oturtularak Gülen’e eleştiri ötesi bir saldırı malzemesi halini almış. Kimse kimseyi kandırmasın! Bu tür yazılara insanlar tepki verdiklerinde çoğu insan sadece hislerine göre değil, bilgi ve tecrübelerine göre de fikir belirliyor ve tepkilerini yazıdaki kusurlardan esinlenerek veriyorlar. Böyle tepkiler karşısında birilerinin hemen liberal aydıncılık oynayıp, ‘bak gördün mü eleştiriye açık değiller’, ‘Gülen’i kutsuyorlar’, ‘yazanı linç ediyorlar’ vb. şekillerde banal savunmalar yapmaları hiç de doğru değil. Bunu etik olarak doğru bulmadığım gibi yapan bazılarını da bir süredir takip ettiğimden dolayı onların psikolojik yönden birtakım rahatsızlar ve önyargılar taşıdıklarını bile düşünüyorum.

Bir de bazı gazeteciler varki kendi savlarını destekler nitelikteki veya tanıdıkları insanlar tarafından yazılan bu tür yazılara karşı tarafgir destekler veriyorlar. Bunu yaparken de bazen insaf ölçüsünü kaçırdıkları da oluyor. Çünkü tepkilerini her ne kadar aydın kimliği ve havasında yazsalarda aslında duygusal tepkiler (destekler) verdiklerini fark edemiyorlar. Mesela, Ahmet Kuru’nun bu hakkaniyet sınırlarını zorlayan yazısı karşısında Gülen’e yapılan yanlış ve haksız benzetmeye veya yazıdaki kurgusal hatalara hiç laf etmeden sadece yazıdaki ‘’herkes gibi, dini cemaat liderleri de sorgulanabilir’’ anafikrine odaklanarak yazıyı öven, savunan bir kaç yazar oldu. Çünkü kendileri de Cemaat eleştirisi üzerine yazılar yazmış, Twitler atmış ve konu ile duygusal bir bağları oluşmuştu. Oysa dindar olan o insanların en azından yazıdaki uygunsuz benzetmeyi tasvip etmediklerini belirtmeleri uygun kaçardı. En başta da yazarın kendisi yazısını öyle uygunsuz bir örneğin üzerine oturtmayabilirdi.

Çoğunuzun gözünden kaçmış olabilir ama ben söyleyeyim. Baştan sona Gülen eleştirisine odaklı olan yazının başlığı her ne kadar  ‘’Liderler, Prensipler…’ şeklinde yazılmış olsa da yazının link adresi ‘’Liderler, Ahlaksızlık…’’ ifadesini içeriyor. Web dizaynından anlayan birisi olarak şunu diyebilirim. Demek ki yazının ilk orjinal dosyası bu başlıkla oluşturulmuş ve İnternet’e yüklenmiş. Yazıdaki başlık sonradan; ‘ahlaksızlık’ yerine ‘prensip’ ifadesi ile değiştirilmiş. Muhtemelen bu, gelecek tepkileri azaltmak düşüncesiyle yapılmış. Yani yazar aslında Gülen eleştirisine adadığı bir yazının dosyasını oluşturmaya o ‘ahlaksızlık’ ifadesi zihninde ön planda iken başlamış. En azından seçilen ifade bunu düşündürüyor.

Hal ve yazıdaki hava böyle olunca da insanlar yazıdaki bu çok yanlış ve haksız girişi tasvip etmedikleri için tepkiler verdiler ve dindar bir insan neden böyle bir yazı örgüsü kurar düşüncesine kapıldılar. Eski Zaman Gazetesi yazarlarından Abdülhamit Bilici de bu noktaya işaret ederek Gülen gibi hayatı hep takva dairesinde geçmiş bir insanın Elijah Muhammed örneği üzerinden eleştirilmesini hakkaniyetsiz bulduğunu ifade etti. Çünkü Gülen’in bu şekilde; ahlaksızlığa, aldatmaya ve dini düşünceleri istismara vurgu yapan o tarz bir benzetme ile başlanan bir kurgu içerisinde  eleştirilmiş olması gerçekten muhafazakar bir insandan beklenmeyecek bir tarz ve insanlar da işte tam olarak bu kurgusal yanlışlıklara ve ilave bir kaç bilgi yanlışlığına tepki verdiler.

Fakat en başta belirttiğim gibi, bazı yazarlar bunu kabullenmek yerine sadece yazıdaki ‘lider de eleştirilebilir’ noktasını ön plana çekerek yazıya destek verdiler. Oysa gözardı edilen gerçek şu ki, yazıyı eleştiren insanlar içerisinde yazıdaki bu ana fikre karşı çıkacak tek bir kişi bile belki de yoktur. Cemaati tanımayan insanlar bilmezler; ancak birçok Cemaat mensubu İslam ülkelerinde hep hakim olan bu tür uygulamaları eleştirir. Özellikle de önümüzde Erdoğan üzerinden yaşanan canlı bir örnek üzerinden zulüm gördükleri bir noktada bu tarz eleştirel bakışları kendi içlerinde dile getiren nadir hareketlerden oldukları bile söylenebilir.

Nitekim, Yeniyön’den Emre Uslu da bu konuda şöyle dedi: ‘’Eğer Kuru görüşünü hiç bir örnek vermeden söyleseydi buna itiraz edecek hiç bir kimse çıkmazdı. Özellikle de Cemaat içinden bu görüşü benimseyen önemli bir kitle olduğunu biliyorum’’.

O nedenle de yazıdaki başarısızlığı ana fikri ile örtme çabaları sadece yapanın imajına zarar verir çünkü muhatap alınan kitle zeki bir kitle. Bu noktada Emre Uslu’nun tam olarak katılmadığım bir görüşüne de değinmek isterim:

Şöyle diyor:

‘’Ancak Kuru Erdoğan yerine Fethullah Gülen örneği ile argümanını anlatmaya başlayınca Cemaatten yoğun itirazlar gelmeye başladı. Bu itirazın kendisi bile Kuru’nun ikincisi tespitinin doğruluğunu ispatlıyor: “takipçiler genel prensipler yerine lidere itaati önemserler” Gülen’in takipçileri prensipleri değil de iteati önemsediklerinden bizzat Gülen’in koyduğu prensiplere bakıp Kuru’ya cevap vermek yerine Gülen’i savunmaya kalktılar zira onlar için prensip değil lider iteati önemliydi.’’

Her ne kadar Emre Uslu doğru bir tesbitle ‘’Gülen’in koyduğu presiplerin’’ varlığına işaret etmiş olsa da bizzat Kuru’nun kendisi bunu gözardı ediyor yazısında. Yani Gülen’i ‘’genel prensipler’’ va’z etmekten imtina eden (veya bunu başaramamış, yanlış bir zemine oturtmuş) bir lider olarak lanse ediyor. ‘’Liderler mi, Prensipler mi?’’ alt başlığı altında Gülen’in insanlara genel prensipler yerine lidere itaati ön plana çıkaran bir liderlik hatta İslam’i anlayış (salt Peygamber örneklerini öne çıkararak yönetme, şekillendirme gayreti) benimsediğini iddia ediyor. Bu çok eksik bir bakış açısı ve Gülen’i yıllardır okuyan, irdeleyen insanlar Gülen’in Kuru’nun çizdiği tablodaki yerini göremiyorlar. Bu görememe sadece lidere aşırı bağlılık veya itaat gibi bir göz körlüğünden kaynaklanmıyor.
Yapılan itirazları o nedenle salt bu düzleme indirgemek bence aceleci bir çıkarım. Elbette her hareket, cemaat, tarikat, siyasi oluşum hatta Batılı şirketler bile bu itaat ve önderin karizmasına ve çizgisine bağlılık gibi hususlardan derecesine göre nasiplerini alıyorlar ve bu Cemaat için de geçerli. Ancak Kuru’nun yazısına verilen tepkilerin ana motivasyonu, yazıdaki ana fikri bile başarısızlığa uğratan bu kurgusal ve hatta gerçeklikten kopuk yorumlar iken insanların büyük ölçüde bu motivasyondan beslenen tepkilerini prensip yoksunluğundan veya lidere iteattan dolayı yani salt o reflekslerle verdiklerini söylemek biraz haksızlık gibi geliyor bana.

Kuru’nun diğer önemli açmazı da Gülen’in Cemaat’i ‘’genel prensipler’’ geliştirmektense Peygamber örnekleriyle (‘yanlış’ bir motivasyonla) şekillendirme gayreti içerisinde olduğuna ve bunu yaparken de onlara itaatkar ve sorgulamayan bir hüviyet kazandırma gayreti içerisinde olduğuna dair zorlama bir yorum da var. Bu Cemaat insanı gerçekliğinden de, Gülen’in Kur’an’dan süzülen prensipler üzerine Cemaatini oturtma gayretini de görmezden gelmek anlamına geliyor. Gülen’i anlatan bazı Arap alimler ve bazı Batılı sosyologlar bile bunun aksini söylerken, yıllardır onun eserlerini ve pratikteki uygulamalarını yakından takip eden insanlar bu yorumların yanlışlığını görerek tepkiler veriyorlar. Ayrıca, Twitter üzerinde kimlikleri belirsiz yüz küsür insanın verdiği tepkiyle bir hareketin düşünsel, fikri ve duygusal tepkilerini tam gerçekliğiyle kavramış olmazsınız. Denge şart!

Aynı şekilde; Gülen’in ‘’peygamber yolunun kaderi’’ örneklendirmesini salt olarak Cemaatin halet-i ruhiyesini rahatlatmak için veya yönetim kadrosunun hataları sorgulanmasın diye kullandığını söylemek de hakkaniyetli değil. Gülen’in yıllara yayılan eserlerini analiz eden insanlar bu kullanım şeklinin birtakım prensipler geliştirme ve onu bir felsefik temele oturtma gayreti olduğunu görebilirler. Bu örneklendirmenin iman inşası niyetiyle hizmet gayreti yürüten bir hareketin fikri taşlarından biri haline getirilmesi saf niyetle hatta akademik nazarla bakan birisi için gayet doğal ve verimli bir gayret olarak görülebilir. Eksik bakışlar bunu dini duyguların suistimal edilmesi şeklinde görebilirler ki bunun da önüne geçmek güç. Bu zaviyeden bakınca dini bir hareketin başında olan ve doğası gereği dini referanslar kullanması gayet doğal olan her lideri yönettiği insanların duygularını suistimal etmekle veya onları yanlış yönlendirmekle suçlamak mümkün.

Meselenin bir yönü daha var:

Kuru’nun yaptığı tarzda liderin şahsiyetini hem de eksik ve yanlış bir kurgusal düzlemde hedef alarak yapılan ve ‘’akademik yorum-analiz’’ gibi sunulan yazıların zaten arzu edilen faydalı değişimleri (eğer varsa) netice vermeleri, bir değişimi tetiklemeleri pek mümkün değil. Çünkü onları okuyan insanlar doğal olarak yazılardaki şahsiyete saldırma amacını görecekler ve tepkilerinde onu ön plana çıkaracaklardır. Yoksa tekrarla söyleyeyim ki liderlerin ve yöneticilerin eleştirilebilirliği noktasında Cemaat içerisinde ilkesel bir noksanlık yoktur. Onları zorla ‘Gülen’i kutsuyorlar asla eleştirmezler’ şeklinde lanse etmek haksız bir yorumdur. En başta bir grubu zorla liderlerini eleştirmeye davet etmek, ki bu son dönemde çokça yapılıyor, bile başlı başına irdelenmesi gereken bir ruh halidir ve sempatızan olan insanların da bu tarz zaviyeleri belli filtrelerden geçirerek değerlendirmeleri haklarıdır.

Bu meselenin bir yönü daha var ki Kuru bu noktayı da kaçırıyor. İslami oluşumlarda bazı liderlerin itaat bekledikleri ve o yönde usüllerle gruplarını yönettikleri doğrudur. Fakat bunun bir kısmı grup yönetiminin yapısı gereği doğal bir gelişmedir. Sivil sistemlerden askeri sistemlere kadar her oluşum bundan nasibini alır. Sorun; itaat kültürü zulüm ve suistimal noktasına ulaştığında veya verim üretemez duruma geldiğinde ciddi bir hal alır. Bunun değişmesi yönündeki irade de o grubun kendi seçim tarzıdır. Bu da zamanın şartlarını okuyabilme yeteneği, değişme azmi ve bunu görebilme kabiliyeti gibi bir çok husustan beslenir. Bazen de gruplar bunu tam göremeselerde zamanın şartları insanları ve grupları değişime zorlar ki bu da bir süreçtir. Batı’da dışarıya göç ederek kaynak araştırma, Klise sultasına karşı çıkma, Rönesans fikri, demokratik anlayışlar ve hatta ekonomik atılımlar hep yaşanan büyük sıkıntıların, hataların ve çaresizliklerin akabinde hayat bulmuştur. O nedenle de Cemaat’in bu süreçte değiştiğini görmeden ve bilmeden zoraki ‘değişime kapalılar’, ‘eleştiri yapmıyorlar’ yorumları yapmak veya daha da öteye gidip Mustafa Akyol’un yapmaya çalıştığı gibi onları, eksik sosyolojik bakış açılarıyla, bir kült gibi sunmaya çalışmak son derece yanlış düşünceler.

Bir hareket içerisinde gelişen bazı uygulamaların yanlışlığı veya eksikliği aslında liderin de değiştirmeye çalıştığı şeyler olabilir. Nitekim, Gülen sürekli bir şekilde bir kalp inşası (kalbin zümrüt tepeleri), ölçüler (ölçüler ve yoldaki ışıklar) ve daha bir çok hususu irdelerken veya salih insanı tanımlarken hep prensip insanı inşa etme gayreti içerisindedir ve eserlerinde ve uygulamalarında sürekli olarak meşvereti ön plana çıkarır. Bunun eksikliğini hatta bazı kibirli yönelimlere yol açabilecek hissiyatları eleştirerek yanlış ‘abilik’ uygulamalarını eleştirdiği de vakidir. Bunlar irdelenmeden yapılan analizler eksik kalmaya mahkumdur ve kısıtlı kalırlar.

Kuru’nun bir hatası da Gülen’i Peygamber kıssaları anlatma üzerinden eleştirirken istihza içeren bir üslupla sanki Hz. Muhammed’in uygulamasının zıddına hareket ediyormuşcasına Gülen’i zulümden yurtdışına kaçan hatta en önde kaçan bir şahsiyet gibi sunmaya çalışmasıdır ki bu da Gülen’in sevenlerinin kalbini kıran ve onları tepki vermeye iten bir yaklaşımdır. Bununla da kalmayıp hayatını Bediüzzamanı anlayıp onun prensiplerine hayatiyet kazandırmak üzerine harcamış bir insanı Bediüzzman’ı referans vererek sanki lider olarak sorumluluk almaktan kaçıyormuş gibi lanse etmek insanlara doğal olarak eleştiriden ziyade bir saldırı ve itibarsızlaştırma gayretinin varlığını düşündürüyor.

Bu yönleriyle Kuru’nun yazısı başka bir Nurcu olan Yaniasya gazetesinden Kazım Güleçyüz’ün 9 Eylül 2016 yılında yazdığı ‘’Hicret’’ yazısı ile bazı paralellikler arz ediyor. O yazısında Güleçyüz de Gülen’e daha açıktan ve bir itibarsızlaştırma gayreti içerisinde saldırmış ve onu Bediüzzaman’ın yaptığının aksine zulüm diyarından kaçmakla ve Hz. Muhammed’in yaptığının aksine (eksik bilgilere dayalı çıkarımlarla) Cemaat’ini terkederek en önde kaçtığı şeklinde lanse etmeye çalışmıştı.

Bu son nokta beni farklı bir bakış açısına getirdi. Kuru ve benzeri eleştirileri (daha çok itibarsızlaştırma gayreti diyelim) yapan insanlara önemli bir hususu daha ifade etmek isterim.

Cemaat son derece büyük bir haksızlığa uğradığı, kötü bir zulme maruz kaldığı bir dönemden geçiyor son 4 senedir. İnsanların doğal olarak halet-i ruhiyeleri normal değil. Bu insanlar açık bir şekilde kendi elleriyle kurdukları samimi hizmet faaliyetlerinin bazı odaklarca hukuksuz yöntemlerle bitirilmeye çalışıldığını bizzat görüyor ve yaşıyorlar. Bunun da ötesinde bu şer odakların önceleri açık bir şekilde Havuz medyası ve Ergenekon medyasını kullanarak, örtülü şekilde de bazı muhafazakar, liberal vs. çevreleri veya kalemleri ya bizzat kullanarak veya yanlış bir şekilde yönlendirerek (tabir caizse gaza getirerek) psikolojik harp yöntemleri uyguladıklarını gayet iyi biliyorlar. En azından bunların türlü şekillerde denendiğini hissediyor veya görüyorlar. Cemaatleri içerindeki insanlar arasına kasıtlı olarak yazılan yazılarla fitneler sokulmaya çalışıldığını, Gülen’in ve ‘abilerin’ itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını biliyorlar. Havuz medyasında MİT tarafından üretildiği bariz olan ve içerisine bir kaç doğru bilgi sıkıştırılmış ama yanında kasıtlı bilgilerin de sokulduğu yazı ve haberleri gördü bu insanlar. Bu haberlere inanarak yanlarından ayrılan bazı insanlar oldu ve bunun acısını yüreklerinde hala hissediyorlar. Bizzat Erdoğan ve Havuz medyacıları ve Cemaatten ayrılan bir iki isim üzerinden kaç yıldır Cemaat’in ‘’tavanı hain’’ vb. delilsiz tezviratlar, iftiralar yapılıyor. Daha geçenlerde bizzat Gülen’i ve liderlik kadrosunu hedef alan ve Cemaat’i bölmeye çalışan yazılar yazdılar suret-i haktan görünen Twitter hesapları kullanarak. Gülen’i sanki uygunsuz kasetleri olan birisiymiş gibi göstermeye çalıştılar. Bunları yaparken en büyük dertlerinin hukuksuzluklarla dahi bitiremedikleri bir hareketin içerisine fitne sokmak ve Gülen’e duyulan güven ve sevgiyi sarsmak olduğu çok açıkca görülebiliyor.

Muhtemelen acaba kaç kişiyi daha koparabiliriz gayretiyle yapılan bu hareketleri Cemaat insanı görüyor ve biliyor. Çok yoğun bir şekilde insanlardaki Gülen sevgisini hedef alan bir kampanya yürüttükleri bu zeki insanlarca izleniyor ve takip ediliyor. Böyle bir ortamda Kuru ve Güleçyüz gibilerin ortaya çıkıp eleştiri görünümlü ama Gülen’in temsil ettiği makama ve kişiliğine hem de yanlış kurgulara dayalı anlatım ve hatalı üsluplarla saldırılıyor olmasına karşın bu sıkıntılı süreçlerden geçen ve algı operasyonlarının varlığından haberdar olan insanların şüphe ile bakmaları son derece normaldir. Yanlış anlaşılmasın! Burada muhatap aldığım insanların bizzat böyle bir planın parçası olmakla itham etmiyorum. Ancak bu tür yazıların burada resmettiğim etkenler dikkate alındığında yazanları sonradan utandıracak olan talihsiz yazılar olduklarını düşünüyorum ve şahsen bu tür yazıların art niyetle yazılmış olmasalar bile daha çok bu tür odakların amacına hizmet ettiğine inanıyorum.

Ali Ünal’ın 5 Ocak 2015’de Zaman’da yayınlanan yazısında belirttiği şekilde bitireyim; ‘’(1) Ortada fiilî bir durum, açık zulüm ve Cemaat adına mazlumiyet varken bu soruyu sormak (eleştiri meselesi, UT), zalime malzeme taşımak ve mazlumu zayıflatmak olur. (2) Böyle bir soru, Cemaat’e 40 yılı aşkın süredir ilmî–manevî rehberlik yapmış zâta gerekli muhasebeyi yapmadığı töhmeti ve hakaret manâsı taşır.

Kaldı ki hem Kuru’nun hem de Güleçyüz’ün yazıları Ali Ünal’ın çizdiği sınırın bile ötesine geçiyorlar.

Çok yoğurduk ama bu hamur daha çok su istiyor. Cemaat eleştirisi konusuna daha genel bir perspektiften sonraki bir yazıda devam edelim kısmetse.