23 Mayıs 2016 Pazartesi

İMTİHAN İLE İMTİHAN OLMAK (2)

Bu yazı 23 Mayıs 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


İmtihan ve sabır birbiriyle iç içe geçmiş, her an ilişki içerisinde olan ve birlikte nefes alıp yaşayan kavramlar olup, tıpkı zaman kavramı gibi hayatımızın her anında bizimle beraberdirler. Öyle ki, imtihan sırrına ‘zaman’ diye hitap etmek yanlış olmayacakmış gibi gelir insana. Hayat, zaman nehrinde ilerlerken tekâmül etmekse eğer; doğan, büyüyen ve sonra da ölen insanoğlu gibi, tekâmül yolculuğu da zaman nehrinde süzülen imtihan akıntıları ile mümkün oluyor sanki. Hani bir türkümüzde Aşık Veysel der ya;

‘’Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz. Gülü yetiştirir dikenli çalı… Kişi sabır ile bulur kemalı’’

İşte onun gibi, hayat da imtihansız olmuyor. Her anı imtihan sırrıyla örülmüş olan yaşantımız acılara ve imtihanın koşullarına karşı gösterdiğimiz direnç ile yetiştiriyor bizleri. Sanki bir imtihan ırmağında, akıntılara ters bir şekilde yüzüyoruz somon balıkları gibi. Onun içinde, ona karşı yüzdükçe güçlenip gelişiyor ve hedefin kaynakta olduğu bilinciyle de her anımızı o imtihan sırrıyla yaşıyor ve ona karşı gösterdiğimiz ‘sabır direnci’ ile yol alıyoruz.

İtalyan yazar Cesare Pavese’in ‘’acı çekmiş hiç kimse artık eskisi gibi değildir’’ dediği gibi bizler de yaşadığımız her imtihanın ardından yeni ve daha güçlü bir şekilde hayata kaldığımız yerden devâm ediyoruz. Amerikalıların ‘’bir şey seni öldürmüyorsa; güçlendirir’’ ifâdesinde kastettikleri mana da bu olsa gerek. Aşık Veysel’le devâm edersek; gülü yetiştiren dikenli çalılardır. İşte bu imtihan-sabır dengesidir ki bizi hep canlı tutar ve bizleri insan-ı kâmil noktasına ulaştırır.

Bizler bencil ve vefâsız fertler ve o fertlerden müteşekkil bir toplum olduğumuzdan ve amacımız da hep güllere konmak olduğundan dolayı imtihanlar karşısında yalnızca ‘’gülü seven dikenine katlanır’’ der ve dikenleri, yâni imtihanları, güçlükleri ve sıkıntıları hep küçümser ve ötekileştiririz. Onları hayatımızın bir parçası olarak görmeyiz. Tıpkı birbirimizi ötekileştirdiğimiz gibi hep bir yabancı gözüyle bakarız onlara. Her hâdiseye ego penceresinden bakmaya alışık olan bizlere göre ‘dikenler’ sadece tolere edilmeleri ve katlanılmaları gereken şeylerdir. Hattâ birçoğumuz için isyân sebebidirler.

Oysa hâdiseye gül’ün penceresinden bakabilsek, onlar; gülü yetiştiren ve bu yüzden de saygıyı, vefayı, anılmayı hak eden beklentisiz yetiştiricilerdir. Bir toplumu bu mantıkla yetiştirirseniz eğer; nesiller imtihan ve acıları, kıyımıza çarpan ve bir şekilde katlanılması gereken istenmeyen şeyler olarak değil; Allah’ın terbiye edici Rab ve her an ihtiyaçlarımızı düşünen Şefkat sıfatlarından süzülüp gelen birer lütuflarmış gibi algılarlar ve ‘’katlanma’’ boyutundan,

‘’Gelse Celâlinden cefâ,
Yahut Cemâlinden vefâ,
İkisi de câna safâ;
Lütfun da hoş, kahrın da hoş’’ boyutuna yükselirler.

Çünkü o zaman her imtihanın bir yetişme vesilesi olduğunu bilirler ve hayatın her anının imtihanların kucağında geliştiğini görürler ve bu gerçeği zihinlerinde sürekli canlı tutarak yaşarlar. Bunun bir lütuf olduğunu daha iyi idrâk ederler. Böylece daha fazla ve bilinçli olarak şükreden; dinamik, canlı ve ülfet (tembellik) nedir bilmeyen bir ruh hâline sâhib olurlar.

Zâten sürekli imtihan bilinciyle yaşayanlardır ki imtihanın şartları kapıya gelip dayandığında gerçek ve ilâhî lütfa mazhar olan bir sabır sergileyebilirler. O bilinçte olmayanların sabrı daha çok ilk anda sergilenen bir isyân ve öfke şeklinde olur. Öylelerinin ancak sakinleştiklerinde, dudaklarından şeklî olarak ‘’neyse, Allah’tan gelen çekilir; sabır’’ ifâdesi dökülür Bu da bir çeşit ‘sabır münâfıklığı’ olsa gerektir. Günümüzde bir çok insanın hattâ Müslümanın içine saplandığı bir ruh hâlidir bu.

Kısmetse devâm edeceğiz…