5 Şubat 2008 Salı

LAİKLİĞİ FAŞİZM'E ÇEVİRENLER

Bu yazı 6 Şubat 2008 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Son günlerde türban serbestliği üzerinden koparılan gürültüleri takip ediyorsunuzdur. Meseleyi kitle eylemlerine dönüştürmeyi başardılar gene. Zaten bu tür eylemlerin ardından belli 'sivil' örgütler çıkıyor hep. Hani genel seçimler öncesinde de benzer bir laiklik istismarı yaparak belli hassasiyetleri olan insanlarımızı 'Cumhuriyet mitingleri' adı altında sokaklara döken bazı kuruluşlar... Şimdilerde ispatlanmış belirli suçlardan ve çetecilikten içeriye alınan 'ulusalcı' birtakım suç örgütleri ile seçim öncesi dönemde meydanlarda kol kola pozlar veren sivil örgütler (istisnalar hariç)... New York Times geçenlerde yaptığı bir yorumda, bu katı laik kesimler ile yakalanan çeteler arasında bir bağ olup olmadığı ispatlanmış değil desede, önemli bir noktayı adres gösteriyordu bizlere.

Bu örgütlerin gazı ile Anıtkabire yürüyen insanlarımızı iki gruba ayırarak değerlendirmeyi uygun gördüm hep. Birinci ve azınlıktaki grup; yönetici, sürükleyici pozisyonunda. Katı laik, oligarşik, öfke dolu, son derece bağnaz, eğitim düzeyi kısmen yüksek ama bilinç düzeyi düşük, eskiden solcu şimdilerde katı kemalist takılan (diğer samimi solcuları tenzih ederim), bununla yetinmeyip ulusalcı da geçinen, din düşmanı bir kesim. Bu birinci grup idi.

İkinci grubu oluşturan insanlarımız birinci gruptakilere göre biraz daha çoğunlukta. Bunların içerisinde önemli sayıda kandırılmış insan var. Bu kişilerin Atatürk'e atfedilen değerlere samimi bir duygu ile bağlı olduklarını, içlerinde din düşmanlığı olmadığını, hatta çoğunun dini bazı hassasiyetleri bile olduğunu çok iyi biliyorum. Bu gruba giren çok sayıda tanıdığım insan var çünkü. Bazı laikçilerin verdikleri ''dinde baş bağlama yoktur'' fetvaları zaten bu grubun mevcut dini hassasiyetlerini ihmal edememelerinden kaynaklanıyor.

Bu ikinci gruptakiler laiklik duyguları senelerdir istismar edilmiş, kandırılmış olan insanlar. Son zamanlarda yakalanan çetelerin bile halkı Kürt-Türk, Alevi-Sünni, PKK'cı Kürt-İslamcı Kürt şeklinde bölmeye dönük nasıl planlar yaptıklarını takip etmişsinizdir. Aynı oyunlar yıllarca dindar kesimler ile bu samimi laik insanların arasında da oynandı durdu. Bu iki kesim hep karşı karşıya getirilmek istendi ve getirildi de. Her iki tarafın belli ihmalleri de buna eklenince gruplaştırma gayretleri daha çabuk meyve verdi. Düzmece 28 Şubat senaryoları, birilerinin eliyle kurulan sahte Hizbullahlar, Aczimendiler, sahte şeyhler... Hala kimin provoke ettiği bilinmeyen Madımaklar... Mumcu ve Hablemitoğlu gibi bazı cinayetlerin faillerinin hemencecik dindarlara yıkılmaya çalışılarak laik kesimlerin gaza getirilmeye çalışılması senaryoları...

Oysa bu gibi eylemlerin Ergenekon teröristlerine ait eylemler olduğu anlaşılmış oldu, daha da anlaşılacak. Danıştay saldırganının 'türban fedailiği' yapıyormuş gibi rol keserken suç üstü yakalanması ve onun da Ergenekoncu çıkması bunun açık bir göstergesi idi. Başarılı olunsa idi, laik kesim kandırılarak tekrar sokaklara dökülecekti.

İşte bu kandırma ve manipüle etme oyunlarının en temel hedefi; samimi laik kesimler üzerinde tesir hasıl etmek ve onların dindar-muhafazakar çevreler ile, hatta ülkenin dini hassasiyetli tüm halk tabakaları ile aralarındaki uçurumu açmak oldu. Sürekli bir rejim tehdidi ile korkutulan bu çevreler, hızlıca öfke dolu tepkilerin içerisine çekilirken, sürekli baskı altında tutularak bir takım hatalar yapmaları sağlanan, feverani çıkışlarla ortalıkta görünmeleri teşvik edilen bazı 'dindar' grupların hamasi tavırları da birilerinin ekmeğine senelerce yağ sürüp durdu.

Geçenlerde de işaret ettim (DKM, 28 Ocak 2008); maalesef 'türban meselesi' sürükleyici konumdaki birinci grup için çok önemli bir araç. Fehmi Koru'ya göre, ''başörtüsü yasağı çeteleri besleyen moral zeminin en önemli malzemesi'' konumunda. Ben bu yargıya katılmakla beraber, ona 'en önemli meşruiyet alanı' ve 'rakipleri yorma, yıldırma, dövme sopası' nokatalarını da ilave etmiştim. Bu yazı ile son ve vurucu bir noktayı daha ilave etmek istedim: Samimi laik kesimlerin duygularını istismar etmek, onların zihinlerine soktukları; 'sanal, rejim yıkılması korkularını' sürekli bir şekilde canlı tutmak, öfkelerinin yerini aklıselimin almasını önlemek... Bu yargı dönüp dolaşıp bir şekilde Koru'nun yargısı ile bütünleşiyor.

Öfke ile verilen tepkilerin nasıl bir cehaletin ve öfkenin ürünü olduğunu gördüğünüzde bana hak veriyorsunuzdur herhalde. CHP'li TBMM Başkanvekili çıkıp, ''Türban çağdışı, ortaçağ karanlığına doğru Türkiye'yi götüren bir simgedir'' diyebiliyor: Okuyarak karanlıktan çıkmaya çalışan; fakat okula sokulmayan başörtülü kızların suratına bakarak hem de. İşin daha da vahimi, öfke girdaplarından kendisini kurtaramayan bir kaç CHP'li çıkıp; ''türban'ı eski Sümer'lerde hayat kadınları takardı' diyebildiler. Bu nasıl bir bilinçsizlik ve sinirlilik halidir algılamak güç. İstedikleri çözüm değil, hakaret ve aşağılama sanki. Baş örtme Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinde de mevcuttur. Böylece o din mensupları da hayat kadınlığı ile suçlanmış oldular böylece. CHP'liler böyle tepkiler vererek partiyi ve takipçilerini iyice faşist bir çizgiye çektiklerinin farkına varmalılar artık.

Öte yandan bazı kadın dernekleri çıkıp ''Cumhuriyetin temel değerlerini savunmada kararlı olduklarını'' idda ediyorlar. Buna bir de CHP'li Kılıçdaraoğlu'nun, ''çağdaş uygarlığın gerisine düşüren örümcek kafalı politikacılardan hesap sormak CHP'nin görevidir'' ifadeleri eklendi. Al birini vur ötekine...

Daha da vahim olanı bu süreçte bazı CHP'lilerin, Deniz Baykal'ın, bazı Hürriyet yazarlarının ve bir kısım rektörlerin işi gücü bırakıp fetvalar vermeye başlamaları. Hepsi diyanet mensubu kesildiler ve bir ağızdan baş örtmenin dinde yeri olmadığına dair görüşler izhar etmeye başladılar. Hem de Diyanet uzmanlarının ve rejimle hiç bir sıkıntısı olmayan din alimlerinin aksi görüş bildirmiş olmalarına rağmen.

Geçenlerde basın önüne çıkıp klasik içi boş laikçi tepkiler veren Prof. Şengör, ''kendisinin tuhaflaştığını'' sonradan kabul etmiş ve buna neden olarakta ''tehdit altında olma hissini'' göstermiş. Hep işaret etmeye çalıştığım nokta bu zaten: Bizdeki laikçi kesimin kendi kendisini sanal ve yapay bir korkunun ağına atmış olması. Daha doğrusu bu şekilde kandırılmış olmaları. Oysa halk arasında biraz dolaşsalar dindar insanımız ile dindar olmayan insanlarımız arasında önemli hiç bir çekişmenin olmadığını, halk arasına inmiş görünen bir takım sıkıntıların ise, benim birinci grup olarak tasnif ettiğim art niyetli azınlığın başarılı bir operasyonunun sonucu olduğunu göreceklerdir. Laikçi kesimler şu gerçeği artık görmeliler. Oranı yüzde bire bile ulaşamayacak kadar az bir azınlığın dışında ülkemiz dindarlarının laiklikle, Cumhuriyetle hiç bir sorunları yoktur. Tek istedikleri herkes gibi eşit bir ortamda, serbest bir şekilde dinlerinin gereğini yerine getirebilmeleridir. Her yeri kamusal alan ilan edip, kendi din (İslam) anlayışınızı onlara empoze etmeye kalkışırsanız (hem de bir kısmınız ateist olduğunuzu belirttiğiniz halde) ve onların dinleri adına bozuk fetvalar terennüm ederseniz onları çözüm denkleminin dışına itmiş olursunuz. Dindar kesimin en önemli sorunu zaten rejim düşmanı olmadığına dair sizi nasıl ikna edebileceğine dair henüz bir yöntem bulamamış olmasıdır. Kendisini ne zaman ifade etmeye çalışsa onu hemen 'takiyye' yapmakla suçlamanız bunu daha da güçleştiriyor çünkü.

Türban sorununun mevcut kanun düzenlemeleri ile çözülmeye çalışılmasına ben de pek sıcak bakmıyorum. Ancak kabul edelim. Şimdiye kadar hangi laikçi kadın örgütü, yargı mensubu, rektör yada CHP'li çıkıpta bu başı örtülü kızların özgürlük haklarını ve okuma sevdalarını dikkate aldı. Onları sürekli olarak ''siyasi sembol'' takmakla suçlayan, bir kere bile bunu niye takıyorsunuz; her hangi bir ideolojiyi desteklemek için mi? diye sormayan, sorulduğunda ise ''inancım gereği'' cevabını verenleri aşağılayan, bu sefer onları kandırılmışlıkla suçlayan, hırsımızı alamayınca da bunun dinde yeri olmadığını söyleyen, bir adım daha atıp bunun Sümer'lerdeki hayat kadınlarının bir uygulaması olduğunu söyleyerek onlara hakaret edenler sizler olmadınız mı? Sonra onlara destek veren bazı sol görüşlü yada liberal kardeşlerimi bile ihanetle, döneklikle suçlayanlar gene sizler değil miydiniz?

Hangi CHP'li çıkıpta kardeşim bu yanlıştır. Kanuni düzenlemeye gerek yok, bu kızlarımız okumazsa asıl tehlike budur. Varsınlar girsinler okullara dedi. Hangi kadın örgütü çıkıpta bu bayanların haklarını savundu, mitingler tertip etti. Kusura bakmayın; ancak hem AKP'yi hem de MHP'yi kanuni düzenleme yapma noktasına getiren; laikçi kesimlerin bu ikiyüzlülüğü ve samimiyetsizliğidir. Mesela buradan Baykal'a ve kadın örgütlerine sesleneyim. Kanuna gerek kalmadan, öyle 'ama' ve 'fakat' cümlelerine de sığınmadan bu kızların her yaşta, dinleri gereği örtünmelerine ve okumalarına karşı çıkmayacağınıza, kamusal alan zırvasından vazgeçeceğinize dair noter huzurunda yemin edin ve kağıt imzalayın, ben aradan bir saat geçmeden Başbakan'ı telefon ile arayıp sizin adınıza kulis yapacağım. Eminim ki, zaten benim aramama gerek kalmadan AKP ve MHP de geri adım atacaklardır. Zaten dindarların senelerdir sizden bekledikleri çözüm de bu. Mevcut kanunlar bile herhangi bir yasak getirmemişken sizlerin o kanunları kafanıza göre yorumluyor olmanız ve o insanların düşman olmadığına kendinizi asla inandıramamanız sorunların en temelinde yatıyordu hep.

Yani Türkan Saylan'ın şu ifadelerine bir bakın ve ne kadar haklı olduğumu anlayın: "Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değil." Şimdi siz bu ifadeden ne anlarsınız? Bir yandan CHP, bir yandan da bir sivil toplum kuruluşunun lideri... Hepsi kendisini sistemin hakimi ilan etmiş durumdalar. DTP bile ortaya atıldı ve laiklik koruyuculuğuna soyundu geçenlerde. Seçim zamanı da güneydoğu bölgesinde laikliğin teminatı olduklarını söylemişlerdi hatırlarsanız. İnsan sormadan edemiyor: Siz kimsiniz? Atatürk ve ilk Mebusan Meclisi ne zaman bu ilkeyi size teslim etti. Bir meclis ülkeyi halka teslim eder, halktan güç alır. Siz halkı kesinlikle tek başınıza temsil etmediğinize göre bu hakkı kendinizde nasıl görebilirsiniz? Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı için bir araya getirdiği her kesimden insanların bir kısımını rejim düşmanı ilan ederek (öyle olmadığı halde) neye güvenerek bu ülkede benim borum öter diyebilir, halkı ve onun meclisini tehdit edebilirsiniz. İstedikleriniz olmazsa nasıl bir yönteme başvuracaksınız ki? Hem ne istediğiniz bile belli değil. Ben bu noktadan ötesini savcılara bırakıyorum.

Örnekleri daha da çoğaltmaya gerek yok. Art niyetli, etkin, faşist, oligarşik laikçi kesimler iş başında. Diğer samimi laik kesimleri sahte korkularla sokağa dökmeye, yeni darbelerin önünü açmaya, kimbilir belkide ''ulusalcı terörist çetelere'' rahat bir nefes aldırmaya çalışıyorlar. Son rektör organizasyonunda başı çeken ve diğer rektörlerin laiklik duygularını istismar eden bazı rektörlerin aslında yolsuzluktan yargılanma sürecinde olduklarını okumuşsunuzdur. Gene bundan bir kaç sene evvel, yolsuzluk suçları ispatlanan iki rektör; ''dindarlar laikliği yıkmak için benim gibi bir laiklik bekçisinin önünü kesmek istiyorlar'' demişler ve yargıyı baskı altında tutarak paçayı kurtarmışlardı.

Benim bu yazıda adres gösterdiğim ikinci; samimi ama kandırılmış gruptan iseniz sizlerden bir ricam var. Halkın arasına karışınız. Onları anlamaya çalışınız. Aristokrat tavırlardan, üstünlük taslama hastalığından sıyrılınız. Oryantalist gözlüklerinizi de çıkararak onlara kendiniz olarak bakınız. Bakınca göreceksinizki; ne dindarının, ne Alevisinin, ne Kürd'ünün, ne Türk'ünün sizlerle ortak sorunları yok. Onların eşitlik, özgürlük, adalet, ekonomik refah, geçim derdi, gelecek endişesi dışında tartıştıkları birşey yok. Hiç bir dindarın rejimi yıkma, Cumhuriyeti devirme gibi bir telaşı ve gayreti yok. Onlarla diyalog kurmazda sürekli olarak öteki haline getirirseniz, tanımadan suçlama ve yargılama huyundan vazgeçmezseniz kaybeden bu ülke, kazananlar ise sizleri de kandıran başınızdaki bazı oligarşik kesimler olur. Diyalog kurunuz, zira karşı taraftan gelen diyalog davetine de son derece kapalısınız. Bu ülke hepimizin. Son sözüm Türkan Saylan'a: Kusura bakma hanımefendi! Bu ülkede halk ne derse o olur. Biz Atamızdan öyle öğrendik. 5 Şubat 2008