29 Ocak 2008 Salı

ÇEKİRGE KAÇ KERE SIÇRAR?

Bu yazı 4 Şubat 2008 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Bazı tespitlerinizin zaman geçtikçe haklılık kazanması güzel bir duygu. 24 Aralık 2007 tarihinde DKM'de çıkan bir yazıda şöyle bir ifade kullanmıştım: ''(Bu halkın) değerleri bütünlüktür, birliktir, kardeşliktir, özgürlüktür, saygıdır, hoşgörüdür, rahat ve huzurlu yaşamdır. Artık bu değerlerin baskı ile zapt-u rapt altına alınamayacağı, bu halkın kendisi ile alay ettirmeyeceği dönemlere yaklaşıyoruz. Korktuğunuz değişim aslında budur. Ülkeyi terketme kabusları görmenize, korkmanıza gerek yok. Korkması gereken birisi varsa o da; bunca korkunun ardından ülkenin yularını tekrar ele almanız durumunda, size yaşattıkları o kısa korkudan dolayı, sergileyeceğiniz daha büyük baskılardan ve zulümlerden çekme ihtimali olan bu halkın kendisidir.''

Geçenlerde Zaman Gazetesi'nde, araştırmacı Murat Belge'nin Taraf Gazetesi'nden Neşe Düzel'e verdiği bir röportaj ile ilgili haberi okurken bu satırları hatırladım. Belge, değerlendirmesinde ''örgütün (Ergenekon) 2009'da planlanan darbenin bir parçası olduğunu'' ve ''bu darbenin 12 Eylül'den daha beter olacağını'' ifade etmiş. İfadelerinin geri kalan kısmı daha da tüyler ürpertici: ''Sıkıyönetim üsteğmeni gibi 'Giyinin, Selimiye'ye gidiyoruz.' demeyeceklerdi. Evinizin kapısını kırıp içeride kim varsa temizleyeceklerdi... Linçler yaşanacaktı. Dört beş gün sonra ordu kardeş kavgasına son vermek üzere bu kanı durdurmuş olacaktı. Ama ordu bu saldırıları durduruncaya kadar, istenmeyen unsurlar zaten temizlenmiş olacaktı.''

Sanırım ilk paragrafta işaret ettiğim ve sinsice fırsat kollayan 'öc alma dürtüsünün' muhtemel şiddetine yaptığım vurgu, Belge'nin değerlendirmeleri ile ayrı bir ciddiyet kazanıyor.

Herkes gibi ben de endişeliyim. Aynı suç çetesinin hesap defteri çok önceden çıktı piyasaya aslında. Bir çok cinayet, dolandırma, gasp, suikast, bombalama işinde örgütün parmağı vardı. Kuvvacı isimler vererek kaçak benzin istasyonları açmaktan, hacker bulup banka hesaplarından para aşırmaya teşebbüsten, şehit ailelerini bile dolandırmaktan tutunda Dink ve rahip cinayetlerine, Türk-Kürt yada PKK-İslamcı Kürt çatışması çıkarmaktan, Danıştay saldırılarına kadar her işte örgütün parmağı vardı. Şimdilerde Uğur Mumcu, Necip Hablemitoğlu ve benzer cinayetlerin bile bu ekipler tarafından gerçekleştirilmiş olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor. Mesela, Hablemitoğlu'nun ''bir numaralı'' kişiyle muhatap olmak istediği için gözden çıkarılmış olabileceği hep söyleniyordu. Mumcu'nun eşine, ''kocanı derin devlet öldürdü'' denildiği de basında yer aldı kaç kere.

Hepimizi üzen, Susurluk'tan tutun da bugünlere gelene kadar ortaya çıkarılmış bir çok suçun üzerine gidilememiş olması. Görüyorsunuz işte, adamların seçimlerden önce planladıkları eylemler ellerinde patladı da ne oldu? Adamlarda öyle bir kendine güven duygusu olmalıki, hala darbe planları yapabiliyorlar. Önceki tutuklamaların yargı kapısından dönmüş olması, Yargıtay ve Danıştay'ın üst üste verdikleri 'zaman aşımı' kararları ve dosya kayıpları, OYAK Bank ve diğer bazı yerlerde ''o gün nedense kamera sistemlerinin bozuk olması' gibi aksaklıklar adamları iyice cesaretlendirmiş olmalı. Daha bitmedi. 2002 ve 2004 yıllarında organize etmeye çalıştıkları iki darbe planı bile gün yüzüne çıktı; ama kapanan onların ağzı değil, vaziyeti ortaya çıkaran Nokta dergisi oldu...Halihazırda, büyük bir iştah içerisinde bu adamların önlerine getirilip yargılanmalarını beklemesi gereken bazı yargı kanallarımızın hala gözlerini, ''türban'' ve ''laiklik elden gidiyor!'' yaygaralarına kilitlemiş olmaları bu çizdiğim ümitsiz tabloya ayrı bir boyut ekliyor. Sırf bu belirsizlikten ve eski zayıf karnelerimizin ününden olsa gerek, yabancı basından bile benzer ümitsizlik sinyalleri gelmeye başladı. New York Times gazetesi, olayın yargı boyutunun belirsizliğini koruduğuna vurgu yapmış (Zaman, 28 Ocak 2008) ve ''bu grubun askeriyeyi, yargıyı ve ülkenin bürokrasisinin büyük bir bölümünü kontrol eden katı laik elitin eski tüfekleri ile ne ölçüde bağlantılı olduğu belli değil'' diyerek önemli bir mesaj da vermiş.

Anlamak çok güç... Böyle önemli bir gelişmenin şafağında bile kendisini ''türban'' tartışmalarına kilitlemiş bir ana muhalefet, yargı mensupları, rektörler, ve gazeteciler var. Ergenekon konusunda adamların ağzını bıçak açmıyor oysa (alternatif medya kanallarında savunulan, benim de katıldığım güçlü bir gözlem). Baykal önceleri, ''Türban, üniversitelerde yasak olmamalıdır'' (Tamer Korkmaz, Yenişafak 28 Ocak 2008) diyordu. Hem de başörtüsü bile değil; bizzat ''siyasal simge'' olan ''türban''. O klasik düşünce gel-gitlerinin çıkmaz sokağına girdi gene Baykal anlaşılan.
Peki ya, türban savaşçımız İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Hilmioğlu'na ne demeli? Öğrencileri toplayıp hükümet karşıtı mitinge götürmekle meşhur rektörümüz gene çıkmış sahneye ve ''türban serbestliğinin'' üniversitelerden başlayarak topluma yayılmak sureti ile toplumsal huzuru bozacağından, çatışmalara yol açacağından söz etmiş. Söyledikleri çok ilginç, bir o kadar da komik. O yüzden başka bir yazıda bu kouya tekrar döneceğim. Bu arada o bize, İnönü Üniversitesi'nin son bir yılda kaç makale yayınladığından, hangi önemli bilimsel buluşlara imza attığından haber versin.

Hani oksijen tüpüne bağımlı olarak yaşamak durumunda olan hastalar vardır. Bu durum bana, ülkemizde azınlık; ama katı laik bir elitin (az önce verdiğim NYT alıntısına tekrar göz atınız) 'türban tartışması tüpünden' bağımsız olarak yaşayamayağını hatırlatıyor hep. Yoksa, Cumhuriyet tarihinin en büyük çetesinin suçları bir bir ortaya dökülürken onlar neden bu konuda susarda, türbandan başka birşey sayıklamazlarki. Ben de laik bir insanım; ama herhalde aynı yere bakıp farklı şeyler görüyoruz.

Son bir örnek daha verip bitireyim. Fatih Çekirge de bu kervana gecikmeden katıldı. 28 Şubat'ın önemli isimlerinden kendisi. Güya geçenlerde bir komutan ile görüşmüş ve kendisine hemen ''türbanla ilgili gelişmeleri sormuş'' (Hürriyet, 28 Ocak 2008). Komutan'ın ''sorma!'' şeklindeki cevabı kendisini rahatsız etmiş olmalıki, hemen; ''ama çok önemli gelişmeler oluyor'' diyerek üstelemiş (Ergenekon konusunda da çok önemli gelişmeler oluyor ya neyse!). Anlaşılan komutan eliyle ''fermuar kapatma'' işareti çekince Çekirge duvara toslamış ve hakikatmeşrep bir havaya bürünüp bu sefer şunları söylemiş: ''Peki asker tepki verecek mi? Biz buna tepki demeyelim de, bir Milli Güvenlik Kurulu üyesi olarak görüş verecek diyelim. Ama medya aracılığıyla hayır. Vermemeli... Fermuar işareti bu nedenle doğrudur... Kişisel görüşüm Türk milletinin bir gözbebeği olarak askerin bu tür polemiklerden uzak durmasının doğru olacağı yönünde...'' Bu sözler çok doğru da o zaman niye sordun sevgili Çekirge? Zaten aklıselim sahibi herkes yıllardır Hürriyet'in bu çizgiye gelmesini bekliyor ve öğütlüyor. Şimdiye kadar hep asker ağzından felaket tellallığı yapanlar da sizler değil misiniz? Peki, aynı komutan susmayıp, fermuarın ağzını açsa ve ''türban istemiyoruz'' dese idi, bir gün sonraki Hürriyet başlığı nasıl olacaktı? ''Asker Polemikten Uzak Durmalı'' mı?

Velhasıl maksadım herhalde anlaşılıyordur. Daha önce de arzettiğim gibi, Türkiye'nin önündeki en önemli mevzu her zaman için bu derin çeteler olmuştur. Bu sorun halledilmeden ne gerçek laiklik, ne demokrasi, ne eşit gelir dağılımı, ne hukuk devleti... hiçbiri tesis edilemeyecek. Anketler ortada. Halkın yüzde yetmişinin böyle bir sorunu yok. Geri kalan yüzde otuzun ise önemli bir kısmı halihazırda suç üstü yakalanmış ''ulusalcı'' çevrelerin ve bunlarla ilişkisini henüz bilmediğimiz (New York Times'ın haberine atfen) katı laik elitlerin kandırdığı kesimlerdir. Bir gün bu insanlar bir arada yaşamayı, birbirlerine düşman gözüyle bakmamayı öğreneceklerdir. Türkiye için başka bir çıkış yolu yoktur. Bunu bildikleri için olsa gerek, son tutuklamalara direnenlerin bir kısmı mevcut ''türban'' tartışmasına körükle gidiyorlar. Ama nafile! Herkes bilir ki; çekirge bir sıçrar, iki sıçrar; ama... 29 Ocak 2008