25 Şubat 2008 Pazartesi

KEMALİST ÖFKE

Bir yandan türban serbestliği yönünde önemli bir gelişme yaşanırken diğer yandan bu serbestliğe karşı gösterilen şiddetli bir direniş var. Mevzunun zamanlaması tartışılır veya tartışılmaz; ancak bu iki kutbu temsil eden zümrelerin takip ettikleri yöntemler tartışma götürmeyecek kadar birbirinden farklı ve berrak. Şöyleki:

Başörtüsüne serbestlik tanıma kanadı, konuyu hukukun öngördüğü düzlemde ele almaya gayret gösteriyor. Türkiye'nin şartları ve hiç bir zaman zihin kitaplığımızdan eksik edemediğimiz darbe günlükleri bu konunun çok ince bir hassasiyetle ele alınmasını ve çözüme kavuşturulmasını gerekli kılıyor. Hükümetin bu konuda MHP ile birlikte hareket ediyor olması ve konuyu meclis-kanun düzenlemesi etrafında değerlendiriyor olması bu hassasiyetin bir parçası. Buna ilaveten, tarihimizde belki ilk kez olarak; 'yasakçı', 'katı laik' kesimlerin muhalif propagandalarına ve hararetli tepkilerine alternatif, siyasi ve sivil tepkilerin ortaya çıkmış olması da not alınması gereken ayrı bir husus. Evet, şaşırtıcı bir şekilde konuya sadece muhafazakar çevrelerden değil, liberal ve sol liberal çevrelerden de (hassasiyet dereceleri ve detaylar farklılık arzetsede) önemli bir destek geldi. Laikçi rektör ve akademisyenlerin toplum önünde sergiledikleri tepkiler ilk kez bu kadar sönük kalırken, sayıları bir kaç bini bulan başka akademisyenler, özgürlük-serbestlik tandanslı bildiriler neşrettiler. Bu, şu ana dek kendilerini ülkedeki tek söz sahibi bilen ve en etkin güç olarak addeden elitist-laikçi-oligarşik kesimlere karşı verilen ilk önemli sivil tepkidir ve sosyolojik olarak vakit geçirmeden incelenmelidir.

Daha önce de arzettiğim gibi, türban karşıtlığı üzerinden verilen mücadele bu azınlık-etkin-laikçi (laik değil) kesimler açısından her zaman önemli bir meşru müdafaa sahası, etkili bir propaganda aracı ve yola getirici-korkutucu (özellikle laik kesimleri) bir hareket zemini oldu. İşte bu nedenlerden dolayıdır ki, başörtüsü 'simgesi' (bu kesimin gizli din düşmanlığı faktörünü saymazsak) aynı zümreler açısından her zaman kendisine şetm edilen (sövülüp sayılan) bir hüviyet kazanmış ve bu konuda her hangi bir çözümün gündeme alınması bile gayet meş'um (talihsiz) bir hadise olarak telakki edilmiştir.

İşbu öngörü, gayet tabii olarak kemalist ideolojinin (şimdilerde ulusalcı takılan Atatürk istismarcısı bir oluşum) bünyesinde taşıdığı; asabi, ötekileyen, dışlayıcı, elitist, hükmedici, kibirli, fırsatçı doğası ile bütünleşmekte ve kendisine oldukça faşist refleksler üretebilmektedir. Üzücü olan ise, bu çıkar endeksli oluşumun Atatürk ismini ve onun temsil ettiği değerleri istismar ederek hayatta kalmaya çalışması, onları istismar etmesi ve onlarla kurduğu parazit ilişkiyi bizlere normal bir ideoloji olarak benimsetmeye çalışmasıdır. Bu nedenle, Atatürk'ü ve bize emanet ettiği değerleri sağlıklı bir şekilde gelecek nesillere taşıyabilmemiz, gerçek toplumsal huzur ve bütünleşmeyi sağlayabilmemiz; ancak bu hastalıklı ideolojiden kurtulmakla mümkün olabilecektir.

Tüm bu tanımlamaların ardından bu ideolojinin içinde sakladığı bir takım saplantıları son zamanlarda nasıl dışa vurduğuna dair bir kaç örnek vermek isterim. Yani büyük bir kibirden beslenen kemalist öfkeyi...

Bir ulusalcı kanalın muvazzaf başkanı son bir kaç senedir müthiş bir öfke ile hareket ediyor, etrafa saldırıp duruyor, ittifaklar kurmaya çalışıyor, maddi kaynak topluyor ve mitingler tertip ediyor. Aynı kişinin bir intihal suçu işlediği geçenlerde Yargıtay kararı ile onaylanmış olsada, bunu şimdilik bir köşeye bırakalım ve bu ateşli 'ulusalcı' ve 'vatansever' şahsiyetin, Apo ile ilgili neler söylediğine bir göz atalım: "Abdullah Öcalan, Türkiye'deki barışı ve kardeşliği yüceltmek için kullanılamazsa, Abdullah Öcalan'ın bugünkü açılımını ve yaklaşımını Türkiye değerlendiremezse çok yazık eder. Abdullah Öcalan'ın bugünkü siyasi tutumu, Türkiye'nin bütünlüğüne, birliğine çok farklı bir açıdan yarar sağlar. Türkiye biraz akıllı davranmak zorunda.'' Az önce tasvir ettiğim hastalıklı kemalist olgu değişen taktikler ve konjektür gereği yeni bir kabuk bağlayarak ulusalcı bir mahiyet kazandı. İşte bu sürecin içinden yetişen bir şahsın nasıl ''akıllı davrandığına'' bir bakınız lütfen. Meğer devletimiz ve ordumuz acizmişte, 30.000 kişinin ve bebeklerin katili Apo'ya; onun ''açılımına'' ve ''yaklaşımına'' ihtiyaçları varmış. Meğer bu kendinden aciz, et çuvalı gibi paketlenerek birkaç ülke dolaştırılan ve sonra da Türkiye'ye teslim edilen, kendisini hiçbir ülkenin kabul etmek istemediği zat bizim ulusalcı kanadın hararetli vatan kurtarma senaryolarının bir parçası olabilecekmiş. Bırakın bir terörist başının siyasi ufkundan! medet ummayı, ortada binlerce şehit anası varken bunu utanmadan dile getirebilmek ancak cahilin cesareti kavramı ile açıklanabilir; ya da art niyetle. Bu örneği ulusalcı ideolojinin ne kadar aciz ve sığ fikirli olduğuna dair bir misal teşkil etsin diye takdirlerinize sunmak istedim. Hiç bir yapıcı ajandaları yok. Herşey günlük çıkarlar, polemikler ve yıkma üstüne... Serseri bir mayın gibi düşünce sularımızda tehlike saçıp, ülkemizin birleşmeye ve gelişmeye dönük enerjisini tüketip duruyorlar...

İkinci örneğimize geçelim. Tamer Korkmaz'ın ''Gizli Amerikancı'' olarak nitelendirdiği, ulusalcı hareketin önderlerinden meşhur bir yazarımız da bu kesim ile özdeşleşen asabi ve küstah üslubun girdabına kapılmış olacak ki; tüm Türkiye halkına ''Aptal Türk'' diyerek 'Türklüğe' (aslında kanunen suç) hakaret edebildi. Hem de Atatürk'ün ''Türk milleti zekidir, çalışkandır'' sözleri zihinlerimizde hala capcanlı dururken... Bu hitap ve kabul şekli bile, bu bahsettiğim kesimlerin ne kadar dışlayıcı, ötekileyici ve dediğim dedikçi olduklarını, kendi kıt düşünce kalıplarının içine çekemedikleri her vatandaşı nasıl da aptallıkla suçladıklarını açıkça gösteriyor. Hatırlarsanız aynı kesimler, seçim sonrası dönemde de kendi istedikleri şekilde oy vermeyen insanlarımıza aptal, ahmak ve göbeğini kaşıyan adam (bağışlayın öküz demek istiyorlar) yakıştırmalarında bulunmuşlardı. Hem de bizzat Atatürk'ün kendisinin millet iradesinin meclise yansıyacağı bir sistemin temellerini attığını bildikleri halde... Gene aynı Atatürk'ün benzer idealleri ortada iken, bazı rektörlerin ortaya atılıp ''demokrasi ve hukuk askıya alınabilir'' şeklinde demeçler verebilmeleri de ayrıca not edilmesi gereken bir husus.

Geçenlerde samimi laiklerden olan ama yukarıda resmettiğim çevrelerin provakasyonları ile zihni bulanmış bir tanıdığımdan bir elektronik mesaj aldım. Aktardığı mesajın içeriğini okuyup gaza gelmiş belli; ama mesajın içindeki düşünce travmasını idrak edememiş. İletinin yazarı, emekli bir albay olduğunu iddia eden, ulusalcı-kemalist çizgide olduğu anlaşılan bir kişi. Bir sürü hakaretvari ifadeden ve klasik laiklik kurtarıcılığı beyanlarından sonra bombayı patlatmış emeklimiz! ve akıllara ziyan şöyle bir slogan ile iddialarına güç ve samimiyet kazandırmak istemiş: ''Ben Atatürk'ten bile daha Atatürk'çüyüm.'' Gülme kriziniz geçti ise sizleri uyarayım. Arzettiğim kemalist mantalite bu şekilde işliyor senelerdir. Bu istisna bir durum değil. Şu sıralar öfkelerini daha açıktan sergiliyor benzer çevreler o kadar. Gaza gelen zavallı samimi laik insanlarımız da neye alet olduklarını anlayamadan; bir kişi Atatürk'ten daha Atatürkçü nasıl olur?, bu ne demektir?, bu mümkün müdür?, bu Atamıza hakaret değil midir?, herhalde kandırılıyoruz diye düşünmeden, benzer mesajları İnternet ortamında başka on binlere yayıyorlar ve ulusalcı propagandanın birer kuklası haline geliyorlar.

Başka bir gazeteci ile devam edelim. Bu gazetecimiz, köşesinde zehir zemberek bir yazı kaleme aldı. Bu yazının da özelliği kemalist ideolojinin savunulması amaçlı yazılmış olması ve bu yazıda ifadesini bulan 'kemalist öfke' ile tanımlanabilir olması. Bu yazarımız, tarihin yanlı ve eksik bir değerlendirmesini yapıyor yazısında ve Avrupa'daki tüm devrimlerin, anayasaların ve ülkemiz anayasalarının hep kanla yazıldığını iddia ediyor. Ardından da sanki hükümet başörtüsü meselesi üzerinden tüm anayasayı değiştirmiş gibi bir ön kabul yaparak, bu işi ancak kan çözer, kanla değiştiremeyeceksen hiç değiştirme demeye getiriyor. Açık bir tehdit!, kan'a davet... Erbakan benzer bir hata işleyip 'kanlı mı olacak, kansız mı?' iması yapmıştı da partisi kapatılmıştı. Bu adam ihtimalleri bile aşmış ve kanlı olsun diyor, ama bir savcı çıkıpta adamın (en azından) çenesini kapatmıyor.

Herhalde yaptığım bu tanımlamalar ve örnekler kemalist öfkenin gayet küstah, kendini beğenmiş, kibirli ve art niyetli çehresini resmetmeye yetiyordur. Daha dün, bazı Rektörlerin çıkan yeni yasaya rağmen başörtülü öğrencileri kampüse sokmadıklarına dair haberleri okurken gene bu kemalist öfke aklıma geldi. Dikkat edin... Normal şartlarda, yukarıda özetlerini sunduğum örneklerin her biri birer hukuksuzluktur ve suç kapsamına girebilecek davranışlardır. Ancak bu kemalist kesimlerin işledikleri her hukuksuzluğun yıllardır yanlarına kar kalmış olması, seslerini çok çıkardıkları takdirde herkesin susacağını biliyor olmaları, arkalarında belirli güçlerin desteğinin olduğu şeklindeki özgüvenleri ülkemizi işte bu noktalara getirdi.

Şunu da son olarak ilave edeyim: Bu kemalist öfkenin demokrasi dışı, hukuksuz davranışlarını mevcut şartlar altında yargıya intikal ettirmek çok zor. Aynı kesimler hemen; ''laikliğin teminatı olduğumuz için üzerimize geliyorlar''... ''Bizi değil laiklik ve demokratik! Türkiye Cumhuriyetini yıkmak istiyorlar'' gibi o klişe (ama samimiyetsiz) lafların, sloganların ardına sığınacaklar ve kendilerini mağdur pozisyonuna düşürerek laiklik hassasiyeti olan vatandaşlarımızı ve müesseselerimizi kandırmaya devam edecekler. Böylece yargıyı da baskı altında tutmuş olacaklar. Suçları ispatlanan bazı rektörlerin yakayı bu şekilde nasıl kurtardıklarını hatırlayınız... Bize düşen biraz daha sabır göstermek, halkı kaynaştırmaya dönük ekonomik ve sosyal reformlara devam etmek...

Belki de bu kesimlerin son öfke dalgasıdır bu bağrışmalar ve bir can cekişme uğultusudur... Bırakalım bağıra bağıra çekilsinler aramızdan. Böylece tarihe de yansımış olur yaptıkları. Sabır, biraz daha sabır... Bakın çok yakında kemalist-ulusalcı bir çok rektörün görev süreleri doluyor mesela... 25 Şubat 2008