27 Ocak 2008 Pazar

KİMİN ERGENEKON'U?

Bu yazı 28 Ocak 2008 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

15 Kasım 2007 tarihinde DKM için yazdığım bir yazıda, arkadaşlarımın ''seçim oldu artık ülke rahatlar'' şeklindeki beklentilerini, ''durun asıl herşey şimdi başlayacak'' diyerek nasıl yıktığımı ve ardından yaşadığımız bazı hadiseleri nasıl irdelediğimi ele almıştım. Yazıyı bitirirkende, Kuvvacı hareketin son İsa-Musa gösterisine işaret etmiş ve sözümü, ''güvenlik güçleri bu gelişmeleri mutlaka takip etmeli'' diyerek noktalamıştım. İşin ilginç yanı arkadaşlarımı, daha seçim öncesi dönemden itibaren sesleri çok yüksek şekilde çıkmaya başlayan ulusalcı hareketin motivasyonları, çeteler ile ilişkileri ve arzettikleri tehlikeler konusunda sürekli bir şekilde ürkütmeye devam ediyor, onlara bu örgütlenmenin varlığının ve çalışma şeklinin Türkiye'nin önündeki en önemli sorun olduğunu anlatıp duruyordum. Bunca uyarının ve yaşanan son tutuklamaların ardından umarım arkadaşlarım düğmeye benim bastığımı düşünmüyorlardır. Malum; gazetecilerin düğmeye basabildiği bir ükede yaşıyoruz. 28 Şubat döneminde Ali Kırca'nın düğme başında tuttuğu nöbetleri hatırlayınız...

İşin espirisi bir yana seçimin hemen ardından bir anda patlak veren terör olaylarını ve bunun hemen akabinde özellikle Hürriyet Gazetesi'nin koro şefliğini yaptığı, Cumhuriyet Gazetesi'nin de gazını verdiği, ''Kuzey Irak'ı basalım'' yaygaralarını hatırlatmama gerek yok sanırım.

Ülke sanki birileri tarafından belli bir kaos ortamının içine çekilmeye, güneydoğu bölgelerimizde gerçekleşmesi muhtemel toplumsal ve siyasi çözümlerin önü yeni bir 'olağanüstü hal' ile tıkanmaya, hükümetin Batı ve özellikle de ABD nezdindeki konumu sarsılmaya çalışılıyordu sanki. Anlaşılan o ki, birileri ülkeyi ve hükümeti panik havasına sokmak sureti ile siyaset rayından çıkarmaya çalışıyor, böyle bir belirsizliğin doğuracağı ortamın kendileri için hasıl edeceği güç ve çıkar zemininin hayallerini kuruyorlardı.

Benzer kaos oluşturma çabaları seçim öncesi dönemde de uygulanmaya çalışılmıştı. Ulusalcı ve kuvvacı hareketin siyasi kanadı İlhan Selçuk şefliğinde MHP'yi de yanlarına çekmeye çalışırken, Tüncay Özkan'lı Kanaltürk muhtemel bir siyasi zaferin temelleri için canla başla çalışıyordu. Bu arada, şimdilerde yakalananlar arasında bulunan bazı şahsiyetler de mitingler düzenliyor, milletin milli ve laik duygularını istismar ederek ''kaç kişiyiz'' gösterileri tertipliyorlardı. Siyasi kanatta bunlar olurken hareketin vurucu kanadı da güya 'türban fedailiği' adına Danıştay basıyor, Cumhuriyet Gazetesi'nin bahçesine bir iki el bombası yuvarlayıveriyordu. Kimbilir, belki de bu iki münferit olayın failleri hemencecik yakalanmasa idi, ülkede yeni bir ''irticacı'' avı başlayacak, seçimden hemen önce Genel Kurmay sitesinde (Genel Kurmay Başkanı'ndan bile habersiz!) ön denemeleri yapılan e-darbeler gerçek darbelere dönüşecekti. Siz siz olun, son tutuklamaların ardından ortaya çıkıp ''tutuklananları savunan'' ve onları, ''etkisiz ve güçsüz, devlet içinde esamisi okunmayan kişiler... darbe yapacak güçleri bile yok'' şeklinde niteleyen Perinçek'e güvenmeyin (Zaman, 27 Ocak 2008).

Yaşadıkları seçim mağlubiyeti örgütlenmenin siyasi kanadına milletin vurduğu önemli bir tokat oldu. Danıştay saldırganının iş üstünde yakalanıvermesi ve hadisenin ''dincilere'' yıkılamamış olması (detaylar için bakınız Taha Kıvanç ve Fehmi Koru, Yenişafak 26 Ocak 2008; Fuat Uğur, DKM 27 Ocak 2008), ulusalcı YÖK Başkanına yapılan (komik ve sırıtan) saldırı, Ümraniye'de ortaya çıkarılan bombaların ulusalcı hareketle olan bağlantısı, ardından ulusalcı Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan gene ulusalcı olan bombalar, Gazetenin ve İlhan Selçuk'un hala süren sessizlikleri... Daha bitmedi... Hrant Dink suikastının ve rahip cinayetlerinin faillerinin de yine aynı çevrelerden olduklarının anlaşılması... adı geçen harekete, bu sefer, güvenlik birimlerimizin vurduğu önemli darbeler oldu.

Ancak her garipliğin mümkün olduğu ülkemizde, olayların ve suçluların üzerine yeterince gidilemedi. Her nedense, güvenlik güçlerinin elde ettikleri başarılar, işler Yargıtay ve Danıştay noktasına geldiğinde duraksamaya, tıkanmaya başladı. Son tutuklama hadiselerinde bile, bazı gazetecilerin ağır adalet anlayışımıza ve Yargıtay ve Danıştay'ın belirsiz bir takım uygulamalarına dikkat çekmeleri sanırım bundan dolayı olsa gerek. Mehmet Ali Birand'ın, ''ne kötü bir duygu değil mi? Kendi ülkenizin bazı mekanizmalarına güvenemiyorsunuz'' (Posta, 26 Ocak 2008) derken kastettiği nokta bu olsa gerek. Yine, Mehmet Kamış'ın (Zaman, 23 Ocak 2008) ''böyle yargı, laikliği koruyamaz'' diyerek adres verdiği ve somut bazı hadiseler etrafında aktardığı hakikatler de bu endişelere destek verir nitelikteler.

Herşey bir yana, devletimiz ve güvenlik birimlerimiz bu sefer çok daha ciddi ve hazırlıklı görünüyorlar. Bu kadar önemli hadiseler cereyan ederken kendilerini hala ''türban'' tartışmaları ile oyalayanlar ise ayrı bir yazı konusu. Benim yukarıda arzettiğim cümleyi, türban dışında bir şey düşünemeyenlerin kafasına sokmamız gerekiyor: ''Bu ülkenin en önemli meselesi bu çeteler, terörist oluşumlardır.'' Maalesef bu türban meselesi mezkur oluşumun fertlerinin de sıklıkla kullandıkları bir malzeme, önemli bir mücadele alanı oldu hep. Geçenlerde Fehmi Koru (Yenişafak, 26 Ocak 2008); ''başörtüsü yasağı, hiç aklımızdan çıkmamalı, çeteleri besleyen moral zeminin en önemli malzemesidir'' derken bu hakikate işaret ediyordu. Ben bu yargıya; 'en önemli meşruiyet alanı' ve 'rakipleri yorma, yıldırma, dövme sopası' kavramlarını da ilave etmek istiyorum. Mevcut gelişmelerin kuşağında bile gözleri hala türbandan başka birşey göremeyenler ile bu terörist çeteler arasında elbette bağlantı kuruyor değilim. Sadece milletimizin enerjisini nasıl boş yere harcadıklarına ve öyle davranmak suretiyle kimlerin ekmeklerine yağ sürdüklerini göstermek istiyorum. Zaten tartıştıkları meselenin ne üniter-devlet anlayışı, ne gerçek laiklik, ne siyasi simge, ne de rejim tehlikesi ile bir alakası yok...

Herşey bir yana, umarım yargı kanadı da üzerine düşeni yapar ve bu çetelerin kökü kısa sürede kazınır. Aksi halde kaos senaryolarının, suikastlerin, cinayetlerin, gereksiz türban ve rejim tartışmalarının ardı arkası gelmez... Nice yıllar daha heba edilir.

İşte motivasyonları ve hedefleri bu şekillerde tezahür edebilen birtakım çevreler kendilerini bir kurtuluş mihmandarı olarak görüp, Ergenekon ismini takabiliyorlar kendilerine. Aslında, senelerdir benzer çetelerin çıkar eksenli faaliyetlerinden, çalıp çırpmalarından, gasplarından, öldürmelerinden, kardeşi kardeşe düşman etmelerinden kurtulması gereken bir millet var ortada... Yeni bir kurtuluşu hak eden, üzerine dökülmüş demir kafesi sabrı ve iradesi ile eritmeye çalışan bir millet... Kendisine yeni bir Ergenekon destanı arayan, talihsizliğe bakın ki, aynı isimle kurulan ve kendisini Ergenekon olarak adlandıran bir terör örgütünün insafsızlığına, başıbozukluğuna ve serkeşliğine tutsak etmiş bir millet. Güvenlik birimlerinin operasyonun adını Ergenekon olarak belirlemiş olması işte böyle bir isyanın sonucu mudur bilemem.. ancak insan sormadan edemiyor: Sizce bu kimin Ergenekon'u?... 28 Ocak 2008