31 Ekim 2007 Çarşamba

TERCÜMAN GAZETESİ'Nİ AFFET ATAM!

Not: Bu yazı 1 Kasım 2007 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

"Cumhuriyet'in 84. yıldönümünde sana verdiğimiz sözleri tutamadık, özür dileriz Atam. Dışarıdaki hainler bir yana, içimizdekileri yok edemedik. Dün Çankaya'daki resepsiyonda seni çok aradık'.

Bu ithamlar Tercüman Gazetesi'ne (31 Ekim 2007) ait. Tercüman Gazetesi ne yapmaya çalışıyor anlamak güç. Ülkemizde yeterince stresli konu, didişme nedeni yokmuş gibi yenileri çıkıp duruyor. Son terör eylemlerine nasıl tepki vereceğimizi bile doğru dürüst tartışamadan kendimizi ''tepki mitinglerinin'' içerisinde bulduk. Kimler, hangi amaçla bu son terör hadiselerini başımıza sardı diye düşünmeye bile fırsat bulamadan; birilerinin ''basalım'', ''girelim'', ''dağıtalım'' yaygaralarına maruz kaldık. Bu da yetmedi, bu hamasi ve öfke dolu söylemlerin baş savunucularının; ''hala ne düşünüyorsunuz, hadi girelim!'' söylemlerinin hemen akabinde, ''bu terörün nedeni zaten bu hükümet'' dediklerine şahit olduk, oluyoruz. Tam bu garip beyanatlara alıştık diyorduk ki, gene birileri çıkıp, bu sefer; ''türbanlılar neden meydanlarda yok?'' tartışmalarının fitilini ateşlediler. Hem de teröre evlatlarını kurban vermiş başı kapalı şehit analarının gözlerindeki yaş hala kurumamışken...

Tercüman Gazetesi de yangına körükle gitmeye çalışıyor anlaşılan. Geçenlerde Cumhurbaşkanı Gül, Köşk'te Cumhuriyet Resepsiyonu düzenledi malumunuz. Teröre tepki mitinglerinde bile gözleri ''türbanlı'' arayan kişiler, hiç bu resepsiyonda ''türbanlı'' aramazlar mı? Aramışlar da zaten.

Bir Cumhurbaşkanı'nın düzenlediği davete toplumun her kesiminden insanları çağırması ve bunların arasında bir kaç tane başı örtülü davetlinin olmasının ne mahzuru var anlamak güç. Bu ülke insanının en az yarısı, Gül'ün eşinin başının örtülü olduğunu bilerek oy verdi AKP'ye; hem de onun Cumhurbaşkanı olacağını, türbanlı eşinin 'first lady' olacağını bilerek. Bu kişinin eşinin resepsiyonda davetlilerine ev sahipliği yapmasında ne gariplik olabilir ki? Sorun, kendisini garip bir ''laikçilik'' anlayışının temelsiz çukurlarına hapsetmiş, kısıtlayıcı, ötekileştirici, aşağılayıcı, hastalıklı zihniyette. Başörtüsüne karşı lüzumsuz bir mücadelenin içine hapsolmuş acınacak insanlarda. En kötüsü de; bu kişilerin bu garabeti işlerken, Büyük Önderimizi de bu işe alet ediyor olmaları. Atatürk'ün, şayet hayatta olsa, kapısından bile içeri sokmayacağı bir ''laiklik'' anlayışının bezirganlığını yapanlar var bu ülkede. Öfke ile hareket ediyorlar. Neyin hırsını sergiledikleri ise meçhul! Adres gösterdikleri Batı demokrasilerinde bile başörtüsü ile bir problem yok. Bunu söylediğinizde ise, ''bizim şartlarımız başka'' tepkisinden öteye geçemiyor isyanları.

Bir Gazete nasıl olur da halkın seçtiği insanların Köşk'e davet ettiği bir kaç kapalı insanı ''hainlikle'' suçlayabilir. Yarın Cumhurbaşkanımız Gül, şehit analarını da Köşk'e davet ettiğinde, aynı ithamları yapabilecek misiniz? O başı örtülü şehit analarını kastederek; ''Atam seni resepsiyonda çok aradık.... içimizdeki hainleri yok edemedik...'' diyebilecek misiniz? Buna cüret edebilecek misiniz? Halkı karşınıza almaya cesaret edebilecek misiniz? Yapabileceğinizi sanmıyorum. Halkı uyandırıp karşınıza almaktan ürküyorsunuz. O yüzden bu ''türban'' düşmanlığını bir kaç vekilin eşi üzerinden yürütmeye çalışıyorsunuz.

Ayıp değil mi bu iğrenç husumetlerinizi Atamızın üzerinden yapmaya kalkışmak? İçinizdeki kin ve nefretin adını ve bunu topluma aşılamanın yöntemini ''Kemalizm'' olarak belirlemişsiniz kendinize. Atatürk'ün kemikleri verdiğimiz şehitlere mi sızlasın, yoksa Kemalist ideolojinin kendisini istismar ediş şekline mi? Artık gerçek liberallerin, dindar muhafazakarların ve halkımızın bu hasta ruhlu ideolojinin temsilcilerine bir dur deme zamanı geldi de geçiyor bile. Bu işte çok geç kaldık. Asıl bu nedenle bizlerin ''özür dileriz Atam'' dememiz gerekiyor. Özür dileriz Atam!: İçimizdeki bu Atatürk tacirlerinin oyunlarını hala bozamadık. Sadece resepsiyonlarda değil, toplumun bir kavga nedeni haline getirilmeye çalışılan her bir köşesinde, kültüründe, farklılığında seni arıyoruz. Sen, Kurtuluş Savaşımızın mücadelesinin ilk tohumlarını atarken Türk, Kürt, Alevi, Sünni, başı açık, başı kapalı, Laz, Çerkez vs. bizi biz yapan ne unsur varsa hepsini bir araya getirmeyi başarmıştın. Çanakkale'de, Sakarya'da... Senin koruyuculuğunu yaptıklarını iddia eden bir kısım zevat, şimdi bu bütünleşmiş halk iskeletine otopsi yapmakla meşgul.

Hoşlarına gitmeyen her durumu sana şikayet etmeye kalkışan, tanımadığımız ve sesi çok yüksek çıkan bu güruh ne yapmaya çalışıyor bilen yok. Neyi, kimden ve ne için korumaya çalıştıkları muğlak. ''Laiklik'' bu sorunun cevabı kesinlikle değil; hele ''demokrasi'' hiç değil. Darbe çığırtkanları da bu kişilerin arasından çıkıyor çünkü... Anlamak güç vesselam!

Tercüman yukarıdaki başlığı atmakla kimin, hangi garip ideolojinin, hangi çıkarın, ya da ''hangi duyguların Tercüman'ı'' oluyor (4.Kuvvet Medya, 31 Ekim 2007) bilemiyorum. Böyle öfke dolu ve bölücü beyanatlarla birliğimize kastettiğiniz takdirde; halkın bir gün sizleri ''içimizdeki hain'' olarak görmesinden endişe etmiyor musunuz? Ne yapmaya çalışıyor sunuz? Umarım Köşk'teki o resepsiyona katılan herkes Tercüman Gazetesi aleyhine dava açar. Zira Tercüman aslında, başı kapalı katılımcıları ''hain'' olmakla suçlarken, onlarla aynı masaya oturaran diğer kişileri de ''hainlikle'' suçlamış oluyor böylece. Hımmm! Peki davetliler arasında olan ve davete Bayan Gül'ün başörtüsü ile katılacağını bildiği halde resepsiyona katılan, Tercüman Gazetesi Ankara Temsilcisi Metin Özkan'ı hangi kefeye koymalı acaba? ''Kemalist mi?'' yoksa ''hain mi?'' Ben içinden çıkamadım. Siz karar verin en iyisi.

Sayın Aydın Menderes öyle bir başlıktan sonra o gazetede bir dakika daha durmamalı... 31 Ekim 2007