2 Ekim 2007 Salı

MALEZYA'DAN ''MELEZYA''YA U-DÖNÜŞÜ

Not: Bu yazi, 4 Ekim 2007 tarihli Yenişafak Gazetesi'nde ''Malezya Tehlikesi Geçti!'' başlığı ile yayınlanmıştır.
Ayrica dorduncukuvvetmedya gazetesi ve Siyar.org tarafindan da kullanilmistir.

Geçenlerde Fatih Altaylı ''Türkiye Malezya olur mu sorusuna çokça muhatap olmaya başladığını'' söylüyordu Gazeteport'taki köşesinde (2 Ekim 2007). Cevap olarak ise soranlara ''olmaz, olamaz'' dediğini yazıyordu. İlginç değil mi? Fehmi Koru'yu şimdi daha iyi anlıyorum. Basınımızın hafızasının ne kadar zayıf olduğundan, gazetecilerin kendi arşivlerine bile bakmadıklarından dert yanıyordu bir aralar. Haklıymış.

Altaylı, henüz bir ay önce kendisine yöneltilen benzer içerikli bir soruya aynı cevabı vermiyordu oysa. Okuyanlarınız hatırlayacaklardır: 23 Ağustos tarihli yazısında bir Amerikalı diplomat ile görüştüğünden ve diplomatın bir sorusu üzerine ''anlattım, size de anlatayım'' diyerek, Türkiye'nin nasıl yavaş yavaş Malezya (ve Mısır) olacağından dem vuruyordu Altaylı.

Her ne değişti ise ''çokça muhatap olduğu'' bu soruya artık; ''olmaz, olamaz'' şeklinde cevap vermeye başlamış kendisi.

O zaman için neler yazdığına bir göz atalım:

''Türkiye giderek bir İslam ülkesi olur dedim. Nasıl olacağını anlattım: Yavaş yavaş Mısır gibi, Malezya gibi oluruz. Din etkisi artmaya başlar. Din günlük hayata girer. Sokağa iner. Yaşam biçimi olur. Gözle görünmeye, elle tutulmaya başlar. Toplum tutuculaşır. Muhafazakârlaşır...'' Amerikalı diplomatın ''bunlar niye olsun ki?'' şeklindeki sorusu üzerine ise şöyle devam ediyordu sözlerine:

''Olur. Çünkü rol modeller değişmeye başlar. Rol model Erdoğan olur. Gül olur. Müslümanlığını gösteren, göstere göstere yaşayan işadamı olur. Çünkü iktidar kendi gibi düşünen, kendi gibi yaşayan bürokratları yukarı taşır. Kendi gibi işadamlarını ön palana çıkarır. İçki içen, eşinin başı açık olan, mayo giyen bürokratın yükselme olanağı kalmaz, işadamının iş yapma olanağı kalmaz. Kimse kimseye örtün, kapan, içki içme demez ama içmeyen iktidar dairesinin dışında kalır. Yükselemez, iş alamaz, iş yapamaz. Bürokratlar namaza başlar, işadamları ortalıkta içki içmemeye, eşlerine dekolte giydirmemeye başlar. Bu durum yoğunlaştıkça onlar gibi olmayanlar kendilerini dışarıda kalmış hisseder. Yasayla, yasakla olmaz. Ama ayıpla, günahla olur dedim.''

Bakın ''Türkiye Malezya olur mu?'' şeklindeki soruya muhatap olduğunda artık nasıl cevap veriyormuş Altaylı (yazıyı bağlamından koparmamak için tamamını alıntılıyorum):

''Olmaz. Olamaz. Çünkü Malezya’da korktuğumuz şeylerin dışında, çok olumlu yönler de var. Mesela Malezya’ya gerçek anlamda bir yabancı sermaye akışı var. Pek çok uluslararası firma Melazya’da yatırım yapıyor. Öyle Malezya’daki karlı KİT’leri satın alarak falan değil, ciddi, hakiki yabancı sermaye yatırımları. Mesela İntel’in en büyük fabrikalarından biri Malezya’da. Atatürk Havalimanı’nın bilgisayar sistemlerini yapan firma da bir Malezya firması. Dünyanın pek çok havalimanını da Malezyalı bu firma yapıyor. Buna karşın Malezya’nın en önemli turistik bölgelerinde dinciler iktidara geldiğinden beri turizm ölüyor. Oteller bir bir kapanıyor. Bizde ise AKP’ye yakın isimler otel üzerine otel açıyorlar. Bu ve benzeri binlerce nedenle Türkiye Malezya falan olmaz. Biraz ondan biraz bundan. Biraz Malezya, biraz İran, biraz Fransa, biraz İtalya, bolca Amerika.
Türkiye olsa olsa Melezya olur. Bir türlü Türkiye olamadığı için.''

2 Ekimdeki bu yazısından bir kaç gün evvel (Gazeteport, 28 Eylül 2007) ise aynı soruya bakın nasıl yanıt veriyor: ''Türkiye Malezya olur mu? sorusuna yanıt vermem mümkün değil.''

Bir Amerikalı diplomata iç siyaset dersi verirken ''giderek Malezya gibi oluruz'' şeklindeki yanıtı bir süre sonra ''bu soruya yanıt vermem mümkün değil'' şekline dönüşüyor. Ardından, bir kaç gün içerisinde görüşleri olgunlaşıyor ve bu sefer ''olmaz, olamaz'' deme noktasına geliyor.

Malezya olup olmama tartışmasının bir anda ortaya çıktığını ve alevlendiğini hepimiz biliyoruz. Hürriyet gazetesinin bazı yazalarının, genel olarak ise Doğan grubunun üzerine çok gittiği bir gündem maddesi oldu bu tartışma. Aklıselim sahibi bazı yazarlar ortaya çıkıp, Malezya örneğinin başarısız bir seçim olduğunu insanımıza anlatmasalar konu daha da derinleşebilirdi. Neyseki tartışmanın şiddeti bir nebze olsun azalmaya yüz tuttu da Malezya'yı pek tanımayan kamuoyumuz bu ülkeyi yanlış bir perspektiften tanıma bedbahtlığına kapılmamış oldu. Bahsettiğim yazarların da ifade ettikleri gibi; Malezya çok çeşitli kültürlerin bir arada uyum içerisinde yaşayabildikleri, ekonomik anlamda da, IMF programlarını reddederek, belirli bir kalkınma sürecini yakalamış önemli bir ülke. Bu açılardan Malezya seçimi çok gereksiz bir çaba haline dönüşüverdi kısa sürede içerisinde.

Merak ettiğim bir husus var: Acaba Altaylı'nın yaptığı bu u-dönüşünün ardındaki motivasyon ne olabilir? Bu sorunun cevabı; sakın geçtiğimiz günlerde önemli bir açıklama yapan Amerikalı bir diplomatın söylediklerinde yatıyor olmasın. ''Malezya gibi'' tartışmalarına son noktayı koyabilecek önemli açıklamalardı bunlar. Zira, ifadeyi ilk olarak kullanan kişinin ağzından çıkan beyanatlar, kendisine ait sözlerin nasıl yanlış yorumlandığını ortaya döküyordu. Eski ABD Dışişleri Bakanı Holbrooke'un, "beni yanlış anladınız. Ben, Müslüman bir ülkede laik demokrasinin var olabileceğine en güzel örnek Türkiye'dir demek istemiştim" şeklindeki açıklamasını kastediyorum (Yenişafak, 30 Eylül 2007). Meseleyi yanlış bir şekilde algılayıp köşelerinde ciddi bir tartışma başlatan yazarlarımızdan henüz bir özür yazısı okuyamamış olsakta, adını zikrettiğim Amerikalı diplomat Türk kamuoyundan özür diliyor; ''kendisini Amerikalıların bile doğru anladığını ancak Türkiye'de yanlış anlaşıldığını'' beyan ediyordu. Kendisinden öğrendiğimize göre, değinmek istediği husus; ''11 Eylül'den itibaren ABD'nin dünyanın her yerinde ılımlı İslam demokrasisi istediği''... ve bunun ''şimdilik sadece iki örneği olduğu (Türkiye ve Malezya).'' İşte bu açıklama içerisinde Türkiye ve Malezya isimlerinin yan yana geçiyor olmaları bizim basınımızda mezkur; ''Malezya gibi olmak'' tartışmalarının kapsamını oluşturmak için kullanılmıştı.

Altaylı, Türkiye ''Malezya olmaz, olamaz'' dediği yazısını bitirirken şöyle bir ifade de kullanıyor: ''Bu ve benzeri binlerce nedenle Türkiye Malezya falan olmaz. Biraz ondan biraz bundan. Biraz Malezya, biraz İran, biraz Fransa, biraz İtalya, bolca Amerika. Türkiye olsa olsa Melezya olur. Bir türlü Türkiye olamadığı için.'' Oysa, az önce bahsettiğim eski yazısında Amerikalı diplomatın kendisine; ''Bu dediklerinden Türkiye’nin artık bir Ortadoğulu İslam ülkesi olduğu sonucunu çıkartıyorum'' şeklinde sorması üzerine bakın ne diyordu: ''Bir dönem için evet. Sonra seçim gelir. AK Parti giderse herkes yine normale döner. Gitmezse bu durum sürer.'' Bu ifadeye göre, AK Parti hala iktidarda olduğuna ve önünde uzun bir beş senesi bulunduğuna göre, Altaylı'nın Türkiyede'ki Malezyalaşma ''durumunun sürdüğünü'' düşünmesi icab ediyor. Ne var ki, son yazısında bir ifade değişikliği yapıyor ve Malezya'dan ''Melezya''ya (yazısının başlığı) bir u-dönüşü yaparak, Türkiye'nin Malezya ol(a)mayacağını söyleyerek onun ''biraz Malezya, biraz İran, biraz Fransa, biraz İtalya, bolca Amerika'' karışımı melez bir ülke haline dönüşeceğini söylüyor. Böylece yüreklerimize su serpiyor anlayacağınız. Zira bir ay önceki yazısında ülkemizin ''giderek Ortadoğulu bir İslam ülkesi'' olma yolunda olduğu bilgisi ile yüreklerimizi hoplartırken bir ay sonra ''Malezya olamayacağımız'' bilgisi ile gönlümüzü rahatlatıyor, bizi derin endişelerin ağına düşmekten kurtarıyor. Biz kalp hastalıkları çok olan bir milletiz. Böyle şakalar ve ani u-dönüşleri bize iyi gelmez vesselam. 2 Ekim 2007