17 Eylül 2007 Pazartesi

Rektörler Olağanüstü Toplanıyormuş!

Bugün bir gazetede bu başlığı okuduğumda zihnimden hemen bazı düşünceler akıp geçti. Acaba rektörler neden toplanıyorlardı ve bu toplanma neden ''olağanüstü'' olarak tanımlanmıştı. Zihnimi şöyle bir tarayıp bir takım izler bulmaya çalıştım henüz haberin üzerine tıklamadan. Acaba son zamanlarda ''olağanüstü'' neler olmuş olabilirdi ki rektörlerimizi bir araya getiren?

Herhalde AK Parti gene birşeyler yaptı diye geçirdim içimden. Aniden bir ''laiklik tehlikesi'' mi oluşmuştu bir yerlerde acaba? Laiklik ve Cumhuriyetin bekçileri! olan rektörlerimiz ve beraberlerindeki bir takım hocalar yeni bir cüppeli protesto mu düzenleyecekler diye düşündüm içimden. Malum; bazı üniversite hocalarının cüppeli Anıtkabir yürüyüşleri, birilerini Ata'ya şikayet merasimleri meşhurdur. Henüz yazdıkları makaleler ile meşhur olan hocalarımız ise pek yoktur. Olan bir kaç tanesi de zaten bu kalabalıkların içerisinde yoktur. Bunlardan en meşhurlarının bir tanesini çok yakınen tanıdığım ve sürekli görüştüğüm için biliyorum. Kendisi de Atatürkçüdür; ama nedense hiç hazzetmez bu cüppeli gösterilerden.

Zihnimden bu düşünceler akıp giderken birden ''hüsn-ü zan et'' dedi kalbimden gelen bir ses. Ardından hemen zihnim imdadına yetişti bu sesin ve ona inanmam için gerekli bir hadisenin detaylarını sundu önüme. Kendimi birden şüphecilik girdabından kurtulmuş ve yeni bir tahlilin eşiğinde bulmuştum artık. Doğru ya! Daha bundan bir kaç gün önce ülkemizdeki bilim faaliyetlerini çok derinden sarsabilecek, tüm bilim camiamızı ve üniversite hocalarımızı zan altında bırakabilecek, ülkemizi ve bilim adamlarımızı dünya kamuoyuna rezil edebilecek bir hadise yaşanmıştı. Okuyanlarınız hatırlamışlardır. Dünyanın en etkili ve saygın bilim dergilerinden olan Nature dergisinin duyurduğu bir haberdi bu. İddialara göre ortada, dört büyük üniversitemizden kimisi doktora öğrencisi kimisi hoca 15 kişinin isimlerinin geçtiği bir intihal (plagiarism) skandalı var idi. Skandalda ismi geçen üniversitelerimiz şunlar: ÖDTÜ, Mersin Üniversitesi, 18 Mart Üniversitesi ve Dicle Üniversitesi. Derginin bildirdiğine göre belirttiğim sayıda fizikçimizin yayınladıkları yaklaşık yetmişe yakın yayında intihal bulgularına rastlanmış. Beni bu gelişmeden, hem de gazetelere yansımadan çok önce Onur isminde, kendisini fizik alanında çok iyi yetiştirmiş değerli bir arkadaşım haberdar etmişti. Bilmeyenleriniz olabilir. Dünya üzerindeki fizikçilerin makalelerini gönderip yayınladıkları arXiv isimli bir sunucu var. Buraya konulan yayınlar öyle ciddi bir hakemli değerlendirmeye (peer-review) tabi tutulmuyor. Buraya yayınlarını koyan fizikçilerin amacı makaleleri ile alakalı eleştiri (ilmi nitelendirme ile; geri-dönüt) almak ve diğer fizikçilerin bu makalelere atıfta bulunmalarını sağlayarak yazılarının ciddiye alınırlık ihtimalini artırmak. Nature dergisinin haberine göre Türkiye'den duyarlı ve dikkatli bir bilim adamımız bu grubun içerisinde yer alan ve iki yılda 40'a yakın yayın yapan kendi doktora öğrencisinden yola çıkarak bu haberlerin ilk fitilini ateşliyor. Dergide alıntılandığına göre bu hocamız, öğrencisinin girdiği doktora yeterlilik sınavında en basit Newton mekaniği sorularına bile yeterli cevap alamayınca Einstein'ın rölativite teorileri ile alakalı olduğu anlaşılan konularda nasıl kırka yakın çok ciddi makale yazabildiğini merak ediyor ve Google üzerinde basit bir araştırma yaparak adı geçen sunucuda benzer çalışmalar olduğunu farkediyor. Ardından, adı geçen sunucunun yöneticisi olan Dr. Ginsparg ile iletişim kuruyor. Yapılan tahkikler ortaya daha geniş bir intihal olduğu ihtimalini çıkarıyor ve yetmişe yakın makale bu sunucudan hemen çıkarılıyor. Bu henüz bir iddia olsada kendim de bir akademisyen olduğum için olayın ortaya çıkarılış biçimi bana bunun doğru olabileceğini düşündürüyor. Benzer yöntemlerle bizler de öğrencilerimizin yaptıkları intihal olaylarını ortaya çıkarıyoruz çünkü. Hadisenin kendisinden meselenin özüne gelelim şimdi. Fizikçi arkadaşımın belirttiğine göre olayın Nature dergisinde duyurulmuş olması ülkemiz için çok olumsuz olabilecek bir gelişme. Zira, bu dergi sadece fizikçilerin değil bir çok daldan bilim adamının takip ettiği bir dergi ve bir çok alanda en itibarlı dergi olarak kabul ediliyor. Oluşabilecek olumsuz bir imaj bundan sonra Türk akademisyenlerin bilim dergilerine gönderdikleri yayınların çok daha dikkatli bir değerlendirme sürecinden geçirilmesi ihtimalini doğurabilir. Amerika'daki neredeyse her üniversitenin üyesi olduğu Chronicle dergisi de duyurdu bu haberi okurlarına. Haberi duymayan dergi editörü kaldığını sanmıyorum. Dergiler, isimlerinin böyle bir skandal ile anılmasını hiç istemezler. Zira böyle bir haber onların ilim çevrelerindeki saygınlıklarına çok ciddi zarar verir. O nedenle de, fizikçi arkadaşımın görüşüne göre, bir Türk bilimadamının göndereceği bir çalışmada biraz belirsizlik gören bir dergi risk almak istemeyip çalışmayı daha başından reddetme yolunu tercih edebilir. Bu sadece bir ihtimal tabiki. Konuyu soracağınız bir çok akademisyen bunun olmayacağı yönünde görüş bildirebilir size. Ben eğitimci bir akademisyenim. Bundan yaklaşık bir sene evvel kendi alanımdan üç büyük derginin editörleri ile yaptığım bir görüşme sırasında bir gerçeği öğrenmiştim kendilerinden: O da, editörler arasında bir iletişimin olabileceği gerçeği idi. Editörlerden bir tanesi bir yazarın yazısında gördüğü bir intihal olayını (yazıyı reddettikten sonra) diğer dergilerin editörlerini de arayarak rapor ettiğini söylemişti. Uzun lafın kısası, bu tür hadiseler sadece isimleri intihal olaylarına karışanları değil adı geçen ülkenin tüm bilim adamlarını töhmet altında bırakabilecek, yayın yapmalarını zorlaştırabilecek etkilere sahip olabilir. Her şey yolunda gider ve tamamen bağımsız bir olay olarak ta kalabilirler.

Fakat olayın ülkemizdeki rektörlere bakan çok ciddi bir yönü var. On beş akademisyenin ve dört büyük üniversitemizin isimleri ciddi bir skandala karışmış. Bu üniversitelerimizin ve belki de tüm akademik camiamızın ciddi bir töhmet altında kalmaları ihtimali var. Üniversite rektörlerimiz ve YÖK bu konuyu çok ciddiye almalı elbette. İşte bu düşünceler zihnimden akıp giderken bu şekilde hüsn-ü zan yapmaya çalışıyordum ben. Ortada çok ciddi bir skandal vardı. Elbette! rektörlerimizin böyle ''olağanüstü'' bir şekilde toplantıya çağrılmalarının nedeni kesin bu olmalıydı diye geçirdim içimden. Herhalde bu tür olayların bir daha yaşanmaması için bir araya gelecekler ve uzun vadeli stratejiler belirleyeceklerdi. Bu onların en temel vazifesiydi...

Bu düşünce ile içim birden rahatlamış, artık ilgili haberin üzerine tıklamanın zamanının geldiğini düşünmüştüm. Tıkladım... Bir de ne göreyim? Meğer rektörlerimiz yeni hazırlanan anayasa ile alakalı apar topar toplanacaklarmış. Az önce ki rahatlamış bulunan halet-i ruhiyem tekrar eski dengesizlik noktasına döndü; hüsn-ü zan ve şüphe koridorlarında bir sağa bir sola gidip gelmeye başladı. Düşüncelerim zihnimin şüphe duvarına çarptıkça herhalde yeni ''sivil anayasaya'' dönük ''nasıl tepki verebiliriz'' tandanslı bir politika belirleyecekler diye düşündüm. Acaba bu toplantıdan ''laikliği kaptırmayız!'' motifli yeni bir cüppeli protesto mu çıkacak diye düşünmeye başladım. Zihnim arada bir hüsn-ü zan duvarına da çarpıyordu tabi. O durumda da, acaba toplanıp ''üniversitelerimizdeki hukukçularımız ilgili anayasa metnini bilimsel bir gözle değerlendirip rapor yayınlasınlar'' mı diyecekler diye düşünüyordum. Ortalıkta yeni ''sivil anayasa'' yı bilimsel ve samimi bir tavırla değil de kendi ideolojileri zaviyesinden yere vuran bir takım kişilerin varlığını hatırlayınca bu hüsn-ü zannımı bile ayrı bir şüphecilik örtüsü kapladı. Daha dün Meclis Başkanımız çıkıp ''bu Meclis anayasa yapar'' demiş bunu yapmak için illa ki kurucu meclis olmak gerekmediğini söylemişti. Demek ki birileri böyle yaklaşabiliyorlardı meseleye. Oysa, Cumhuriyetimizin ilk kurulduğu zamanki meclis dışında hiç bir meclisimiz ''kurucu meclis'' olmadığı halde... ortada sadece darbelerin oluşturduğu anayasalarımız mevcutken. Demek ki bir kesim o darbeci zihniyetleri ''kurucu'' olarak görüyomuş bu ülkede senelerce. Bu yeni düşünce atmosferinde artık tüm hüsn-ü zannım kaybolmuştu. Şüphe, zihnimin tüm köşelerine hakim olmuştu artık. Yok yok dedim içimden. ''Bunlar kesin 'sivil anayasaya' karşı nasıl diş bileriz konusunu görüşecekler.'' 17 Eylül 2007