11 Eylül 2007 Salı

MEDYAMIZIN BULAŞICI HASTALIĞI!


Şimdiye kadar analiz teleskobumu hep; Hürriyet-Milliyet gibi bazı yayın organlarımızda sergilenen garabet örneklerine çevirmiş, oralarda yoğun bir şekilde yaşanan düşünce erozyonlarına ve kısır mantık yürütmelerine işaret etmiştim. Genel olarak bu talihsizliklerin kurbanı olan çevreler dini çevreler olduğu için de; o kesimlerin mantık avukatlığına bürünen bir kaç yazı kaleme almıştım. Astronomi ile ilgilenenler bilirler: Bir yıldızın ya da galaktik sistemin özellikleri üzerine yoğunlaşan bir araştırmacı, teleskobunu, incelediği nesnenin koordinatlarına sabitler ve her gelişmeyi kaydeder. Ülkemizde düşünce heyelanının en çok yaşandığı yerler mezkur bazı yayın kuruluşları olduğu için, ben de öyle yapıyordum.
Ne var ki, geçen gün Yenişafak'ta okuduğum bir yazı, teleskobun yönünü başka bir yöne çevirmemi gerektirdi. Birtakım ışınlara duyarlı olarak çalışan teleskoplar gibi; ''düşünce kayması ve bozuk niyet sendromu'' duyarlı analiz teleskobum bana farklı bir uyarı vermişti çünkü.

Hassasiyetim, şimdiye kadar dini medyanın belirli konularda çok daha dikkatli ve duyarlı hareket ettiğini düşünmüş ve gözlemlemiş olmamdan kaynaklanıyor. Herhalde biraz fazla kredi vermiş olmalıyım ki, Yenişafak'tan Fikri Akyüz'ün yazısı (10 Eylül 2007) bana bir uyarı oldu adeta ve beni bu yazıyı yazmaya teşvik etti. Objektif olmak lazım. İnsanları yanlış ve gereksiz mantık oyunlarının kurbanı haline getirebilecek her duruma karşı, nereden gelirse gelsin, hassas olmak gerekir. Ele alacağım yazı da, bu zaviyeden bakılması gereken bir yazı.

İsterseniz hemen konuya geçelim ...

Sayın Akyüz'ün yazısının başlığına göz attığınızda yazının ana temasının Mümtazer Türköne olduğu anlaşılıyor. Bildiğiniz gibi Türköne, Zaman Gazetesi'nde yazan değerli, yetenekli bir yazar. ''Ilımlı İslam'' kavramı ile alakalı olarak yazdığı bir yazıyı daha önceden adres göstermiş, gayet isabetli bulduğum bazı alıntılarına da yer vermiştim. İtiraf etmeliyim ki, Akyüz'ün yazısının başlığı olan ''Mümtazer Türköne Kimdir?'' ifadesini okuduğumda aklıma düşen ilk iki düşünce şunlar oldu: (a) Entellektüel kimliğine ait bir övgü yazısı, (b) Henüz yeni milletvekili olmuş olan Özlem Türköne hanımefendi'nin eşi olması etrafında yapılan bir değerlendirme.

Yazının takip eden paragraflarını okurken yüzümün kızardığını itiraf etmeliyim. Yazının beni mahçup eden; sanki Yenişafak sütunlarında Fatih Altaylı okuyormuşum hissi veren ayrıntılarına göz atarak devam edelim.

Yazı, mantık derslerinde önerme kurma kısmında kullanılabilecek örneklerle dolu. Hatta yazının başlıkla alakasız olan kısımları dışındaki, neredeyse, tüm bölümleri bir önerme kurma tekniği ile yazılmış. Örneklere geçmeden önce ufak bir altyapı çalışması yapalım. Böylece kastettiğim mana daha iyi anlaşılabilir. Ufak bir mantık dersi ile başlıyoruz.

Önermeler (proposition) bildiğiniz gibi, hüküm bildiren doğru ya da yanlış ifadelerdir. Bir konusu (öznesi) ve sıfatı (iddiası) vardır. ''Ali yalancıdır'' dediğinizde Ali, önermenizin öznesi; yalancı da iddiası olur. Bu ya doğru ya da yanlış bir hükümdür. ''Elma üçgendir'' cümlesi de bir önermedir; ama yanlıştır. İşte bu noktada ''mantık'' dersinin sınırlarından çıkıp matematiğin sınırlarına geçiş yapalım. Bir önermeyi eğer ispatlayabiliyorsanız buna ''teorem'' denir. İleride başka teoremleri ispat etmeniz gerekirse eski teoremlerden ilgili olanlarını seçersiniz. Bu seçilen teoremlerin işaret ettiği önermeler artık ispatlamaya çalıştığınız yeni teoremin ''aksiyomları'' olarak adlandırılırlar ve bu aksiyomlar, Matematikçiler açısından, kanıtlanmasına gerek duyulmayan ilkeler olarak görev yaparlar. Şimdi mantık ve matematik arasında gidip geleceğiz.

Farklı önermeler kullanarak yeni bir ilişki tanımlayabilirsiniz. Mesela; Ahmet yalancıdır, Ahmet ile Mehmet arkadaştır, böylece Mehmet de yalancıdır şeklinde bir birleşik önerme kurabilirsiniz pekala. Bu örneği belirsiz bir takım ''açık önermeler'' ile de desteklemek mümkün. ''İnsanlar yalancıdır'' cümlesi söz gelimi... Her insan mı yalancıdır?; yoksa bazı insanlar mı yalancıdır? şeklinde bir belirsizlik kafanıza üşüşebilir bu ifadeyi okuduğunuzda. İlk verdiğim; Ahmet'in yalancılığı-Mehmet'in onun arkadaşı oluşu-böylece Mehmet'in de yalancı olduğu şeklindeki önermeler arası ilişki örgüsü elbette yanlıştır ve mantıksızdır. Matematiksel anlamda bakıldığında; ''bu yüzden Mehmet de yalancıdır'' önermesi, kendisinden önce gelen ve onu açıklamak için kullanılan aksiyomlar (doğru olduğu kabul edilen; yani Ahmet'in yalancı olması ve Mehmet'in onun arkadaşı olması) doğru olsa bile, kabul edilemeyecek olan bir çıkarım, bir iddiadır. Bu; realite ve rasyonalite planında kabul edilemez bir hüküm, ahlak kuramları açısından bir yetersizlik, dini bağlamda ise düpedüz bir gıybet, bir su-i zan irtikabıdır.

Şimdi gelelim yazıya...

Bahsettiğim yazının kullanılan başlık ile akalı olan çok az kısmı dışındaki noktalar çıkarıldığında, elimizde birbirinden bağımzsız, genel bir bağlama (context, konteks) oturmayan bir takım alıntılar kalıyor ve bunlar, tahmin edebileceğiniz gibi, yukarıda anlattıklarıma çok uygun birer örnek teşkil ediyorlar. Şimdi yapacağım alıntıları az evvel arzettiğim çerçeveye göre formüle edeceğim. Meseleye o zaviyeden bakacağız. Bahsettiğim gibi bu alıntılar yazı içerisinde her hangi bir bağlama oturmadıkları için, onları burada alıntıladığımda; onları genel bağlamlarından kopartmamış oluyorum. Merak edenler ilgili yazıyı incelerse ne demek istediğimi anlayacaklardır.

Bahsettiğim gibi şimdi yazıdan yapacağım alıntıları şeklen değiştirerek (ama anlamlarını koruyarak) kurulan ilişkiler açısından dikkatlerinize sunup, özetleyeceğim. Bunları önermeler şeklinde ifade etmek ve yukarıda arzettiğim ilişkiler açısından değerlendirmek okuyucuya düşüyor.

''AKP milletvekili Özlem Türköne, Mümtazer Türköne'nin eşidir.''

''Bayan Türköne, Okan Bayülgen ile tartışınca Bay Türköne; yanımda olsa onu (Bayülgen) döverdim demiştir.''

''Bunun üzerine Bay Türköne'nin eski eşi ortaya çıkıp beni döverdi demiştir.''

''Bazı gazeteler bu dövme olayına şöyle bir kanıt bulmuştur: Bay Türköne Çatlı'nın arkadaşıdır.'' (Gülme molası...)

''Çünkü 78 senesinde yapılan bir 'Ülkücü' kongrede her ikisi de aynı sıradan listeye girmiştir.''

''Çatlı ismi zaten malumdur.''

''Gazeteler şimdi AKP ile Çatlı arasındaki ilişkiyi yazacaklardır; çünkü Çatlı, Türköne'nin 'arkadaşı'dır. AKP milletvekili Özlem Türköne de Mümtazer Türköne'nin eşidir.'' Yani böylece AKP ile Çatlı arasındaki ilişki ortaya çıkıyor!.

Burada bitti sanıyorsunuz değil mi? Yanıldınız! Bakın gazeteler bu ilişki ağından yola çıkarak daha hangi çıkarsamaları yapabilirlermiş.

''Belki de Çatlı ile Fethullah Gülen arasındaki bağlantı ortaya çıkacaktır.''

''Çünkü Bayan Türköne, Abdullah Gül'e oy vermiştir. Gülen ise Gül seçilince tebrik mesajı yayınlamıştır. Mümtazer Türköne ise Zaman Gazetesi'nde yazmaktadır.'' Yani bu nedenle (bir önceki Türköne-Çatlı ilişkisinden dolayı) Gülen ile Çatlı arasında bir ilişkinin varlığı gösterilebilir!...

Sanırım bu alıntıları okuyunca nasıl bir durum ile karşı karşıya olduğumuzu; yazıya neden sıkıcı 'bir 'mantık'' dersi ile giriş yaptığımı anlamışşınızdır. Bir yazının içerisine sıkıştırılmış bu önermeler ağını ve aralarındaki garip ilişki örgüsünü bu yolla göstermek; bir mantıksızlık nüshasını müşahadelerinize sunmak istedim.

Buradan genel daireye geçelim... Basınımızda ciddi bir temelsiz düşünce salgını var ve bu bulaşıcı. Salgın'ın ne zaman hangi yazarı vuracağı belli değil. Sanırım akl-ı selim, itidal ve hoşgörü kültürüne bağlı kalmaya çalışmak en etkili korunma aracı bu salgından. Akıllı olmak yetmiyor. Hastalığa maruz kalan insanların çoğu akıllı insanlar. Hastalık kalpten vurmaya başlıyor, sonra zihinlere sirayet ediyor. Hırs, öfke ve çekememezlik duyguları salgına davetiye çıkarıyor. Akyüz'ün yazısının giriş bölümleri bana bunu düşündürüyor. Zira yazı, gereksiz yere, önce Türköne'yi yerme ve ''aydın'' olma yönünü aşağılama şeklinde başlıyor. Bir nedenle ona kızgın olduğu hissediliyor. Belliki, bazı okurlarının Türköne'yi ''adam gibi aydın'' şeklinde taltif etmesine de içerlemiş görünüyor. Yazıdan öğrendiğimize göre; ''
küçük adamların 'büyük yazar' olarak kabul edilmesi'', onun bu şekilde ''kişilerle uğraşmasında'' etkili oluyormuş. Kendisi endişe etmemeli...

Yazıda her ne kadar, Türköne'nin neden ''aydın'' olarak kabul edilemeyeğine dair analizler göremesek te (eski karısını dövmüş! olmasından başka), şunu ifade ederek bitireyim. Kişilerin ''aydın'' kimliği altında serdettikleri görüş ve düşünceleri eleştirmek gayet normal bir yaklaşımdır. Fakat, mezkur yazıdaki gibi, Hürriyet gazeteciliği yapıp, temelsiz bazı mantıksal çıkarımlarla, köşe başlarında insanların zamanını çalmak ''kalemi kuvvetli'' (aynı yazıdan; bazı okurları kendisini böyle taltif ediyormuş) yazarlara yakışmıyor. Zira, kalemi kuvvetli olmak başkadır; akl-ı selim sahibi, hakikatli bir yazar olmak başkadır. Kalemi kuvvetli olan niceleri vardır ki; bugün kitleleri nefret ve bölücülük girdabının içine çekmektedirler yazıları ile. Gerçek kuvvet, kendisini öfkede değil; tevazu ve mahviyette gösterir. Kuvvetli bir kalem bunlardan hangisini mürekkep olarak kullanırsa onu akıtır gönül ve zihin defterlerimize. Yenişafak'a hiç yakışmayan bir yazı olmuş vesselam. 11 Eylül 2007