20 Eylül 2007 Perşembe

11 EYLÜL ve DEĞİŞEN AMERİKAN TOPLUMU!

11 Eylül hadiselerini yaşadığımız günlerde kısa bir şok yaşadık önce. Hadisenin ardından; ''ne olacak şimdi?'', ''bu olay neden gerçekleşti?' sorularını dahi sormaya fırsat bulamadan, kendimizi Afganistan'ın ve ardından Irak'ın işgalini izlerken bulduk. ''Ne olacak şimdi?'' sorusunun ilk cevabı bizzat Amerikan yönetimi tarafından bu şekilde verilmiş, Bush'un ''terörle savaşta ya bizimlesiniz ya da karşımızdasınız'' tehdidi ile çerçevesi çizilmişti. ''Neden gerçekleşti?'' sorusunun cevabı ise kafaları en çok karıştıran soru oldu, olmaya da devam ediyor. Bu soruya Amerikan medyasının ve (kısmen) kamuoyunun verdiği ilk cevap ''bizim refah düzeyimizi ve demokrasimizi kıskanıyorlar'' şeklinde oldu. Fox TV hatta CNN ve MSNBC kanallarında bazı spikerlerin ve davetli yorumcuların kendilerinden emin ve bilgiç bir eda ile yaptıkları bu yorumlar hala kulağımdadır. Zamanla, aynı kulislerde benzer sorulara verilmeye çalışılan cevaplar mahiyet değiştirdi. Dikkatler bu sefer İslamiyet'in niteliği, motivasyonları, doktrinleri, öğretileri ve cihat kavramlarına yöneltildi. Artık televizyon ekranlarında ve yazılı medyada bir yandan El Kaide'nin motivasyonları tartışılırken bir yandan da eş zamanlı olarak İslam tartışılmaya başlandı. Bu yazının ana teması olan ''Amerikan toplumundaki değişim!'' işte asıl bu süreç ile birlikte başlamış oldu.

Mezkur soru Amerika'da bu şekillerde cevaplandırılmaya çalışılırken, Amerika haricindeki toplumların çoğunda, özellikle de hadiselerin muhatabı olması hasebiyle İslam diyarında, bu soru daha çok ''komplo teorileri'' zaviyesinden ele alındı. Kimse bir değişikliğe maruz kaldığını hissetmiyordu. Gelişmeler bu şekilde cereyan ederken ve herkes kendisini bu sorunun gündemine kaptırmış iken zamanla yeni bir gelişme insanların dikkat ağlarına takılır oldu: O da, yaşanan bu süreç içerisinde Amerika'nın bir değişime tabi olduğu ve giderek daha ''kuşku'' dolu ve ''korku'' televvünlü bir hal almaya başladığı gerçeği idi. Zira yaşanan bazı hadiseler de insanların bu düşüncelerinde haklı olduklarını gösteriyordu. ''Değişen Amerika'' konusu artık gündemdeki yerini yavaş yavaş almaya başlamıştı. Özellikle son iki-üç senedir bu konu üzerine farklı farklı değerlendirmeler yazıldı ve bu, değişik mahfillerde de dile getirilmeye başlandı. Ne var ki, yapılan bu değerlendirmelerin bir kısmı beni endişelendiriyor. Amerikan toplumu daha korku dolu ve kuşkucu bir hal alıyor derken o toplumu bir bütün olarak ele alma kolaycılığına kaçan yorumlar var. Bu yorumlar bahsettiğim değişimi ''Müslümanlara karşı tahammülsüz hale geldiler'' şeklinde lanse ederek bilmeden okuyucularının zihninde ''düşmanlaşan ABD halkı'' imajına katkıda bulunuyorlar. Analiz yapıyorum derken aslında genellemelerin ağından kendisini kurtaramayan yazılardan bahsediyorum.

Amerika'da yaşayan ve bu ülke insanını yakından tanımaya çalışan bir kişi olarak bazı değişmelere ben de bizzat şahid oldum. Bir yandan bahsettiğim genel değerlendirmeleri okurken bir yandan da etrafımdaki Amerikalıları gözlemlemeye, onlarla konuşmaya devam ettim. Ne var ki; bir süre sonra yapılan bazı değerlendirmelerin kapsamı ile gözlemlediklerim arasında örtüşmeyen bir takım noktalar olduğunu farketmeye başladım. En azından; yapılan bazı genellemelerin kısa vadede yaşanan değişimleri açıklamaya yetebileceğini; ancak uzun vadede bir fayda sağlamayacağını farketmeye başladım. Kanaatimce, Amerikalıları ve 11 Eylül arefesinde yaşanan değişimleri irdelerken hadiselere daha detaylı bakmak ve genellemelerden kaçınmak gerekiyor. Bir şey illa ki genelleştirilerek anlatılacaksa, bunun ''bazı'' kelimesi kullanılarak yapılması gerekiyor. Yapılan genellemeler bir takım değişimleri tespit ve tasdik etmede, hatta onları tanımlama yönünde faideli olabilirler. Ancak konu, eskilerin, taharri-i hakikat (hakikati araştırmak) ve tahkikat (doğruları araştırıp öğrenmek üzere taharriyat yapmak) dedikleri noktaya geldiğinde daha detaylı bir bakış açısı gerekiyor: Meselenin hem Amerikan toplumuna, hem de Müslümanlara bakan yönleriyle... Bu, yaşanan değişimlerin gerçek mahiyetlerini, gidişatlarını (yön) ve dinamiklerini (unsurlarını) tahlil ve tahkik etmede son derece önemli. İzah edeyim...

11 Eylül hadisesi, tesirleri itibari ile tarih kitaplarında dünya tarihindeki ''büyük değişiklikler'' (Tahavvülat-ı külliye) başlığı altında okutulmaya adaydır. Bu tesirlerin Amerikan insanının zihninde ve halet-i ruhiyesinde çok derin etkilere neden olduğu da doğrudur. Yalnızca onlar mı? Hepimiz değişiyoruz. Hadiseler Müslümanları da değişmeye zorluyor. Bir kesim kendine bir kozalak örerken (değişimi temsil açısından kullandım) bir kesim ise değişime direnç gösteriyor; çağı ve gelişen hadiseleri okuma yönünde hiç bir çaba sarfetmiyor. Bu süreçte Müslümanlara ''değişim'' formülleri sunmaya çalışan Batılıların olduğunu da gözlemliyoruz. Değişim kaçınılmaz bir hal aldı. Artık sormamız gereken soru: Değişip değişmeyeceğimiz değil; bu değişimin ne zaman, nasıl, hangi boyutlarda ve ne şekillerde gerçekleşeceğidir. Buna, Müslümanlar olarak bu süreci yeterli şekilde kontrol edip edemeyeceğimiz sorusunu da ilave etmek gerekir. 11 Eylül hadisesinin önümüze sunduğu tablo işte budur. Bu nedenle, ''Amerika değişiyor'' yazılarını kaleme alanların diğer ellerinde ise ''çuvaldız'' tutuyor olmaları gerekir. Neden mi? Bir toplum zihni ve ruhsal bir değişim gösterirken bunun muhatabı olan toplumların bu değişimi nasıl algıladıkları ve buna ne şekillerde tepki verdikleri önemlidir. Diyalog kurmak ve kendini daha iyi anlatmak bir yanıt olduğu gibi, iyice kendi kabuğuna çekilmek, alttan almak yerine karşısındaki gibi agresif ve öfke dolu bir tavır takınmak da bir tepkidir. ''Medeniyetler Çatışması'' tezlerinin sahiplerinin beklediği de zaten budur. İstedikleri şey toplumların birbirleri hakkında genellemeler yapmaları ve onları ''tek'' görmeleridir. Buraya kadar anlattıklarımı biraz açayım...

Günümüz itibari ile, bazı İslam alimlerinin de ifade ettiği gibi, gerçek ve somut bir ''İslam Dünyası''ndan bahsetmek zordur. Elimizde büyük çoğunluğu cehalet ve fakirlik içerisinde yaşamaya mahkum edilmiş, kaynakları nehbedilmiş, baskılar altında yaşamaya mecbur edilmiş bir ''yığın'' var: İslamı yanlış yada eksik yorumlayan ve şimdiye kadar Batılılardan hep destek görmüş olan bazı liderlerin cenderesine düşmüş, düşürülmüş yığınlar... Amerikan halkının önyargılarından dem vururken, kendimize ait bu halk kiltlelerinin de önyargılarına, eksikliklerine göz atmalıyız. Amerikan halkının medya ve propaganda aracılığı ile manipule edildiği doğrudur; ancak durum İslam aleminde ve ülkemizde farklı mıdır? Bir 11 Eylül hadisemiz olmadığı halde kendimize ait unsurlar arasında bir uyum, bir harmoni hala kurulamamıştır. Böyle bir saldırıya maruz kalmamış olsakta bugün Türk toplumunun bazı unsurları birbirlerine Amerika'dakinden daha çok, ''kuşku'' ile bakmaktadır. Toplumun değişik kesimlerinin birbirine karşı bakış açısı, tahammülsüzlüğü hala çok ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Benzer bir yaklaşım genel olarak tüm Müslüman ülkelere tatbik edilebilir. İşte bu yüzden, halen bir ''İslam Dünyası'' olamamış bir buçuk milyarlık bir kitlenin çağımızın ''tahavvül-ü külliyesine'' (büyük değişimine) nasıl cevap vereceği, ne şekilde değiştiği ya da direndiği bizim için daha önemli olmalıdır. Amerikalıların buna cevap veriş şekillerini de bununla irtibatlı olarak ele almak gerekir. Tek taraflı olarak dile getirilen ''değiştiler'' söylemleri bu nedenle önemsizdir.

Neden mi? Nedeni gayet basit. Bu soruların cevaplarının, oturdukları yerde hiç bir şey yapmadan şekva edenler, etrafa suçlamalar yağdırarak günlerini geçirenler, kısaca tek işleri ''buğz etmek'' olanlar açısından pek bir ehemmiyeti yoktur. Eğer sorunların üzerine gitmek, diyalog kurmak ve çözümün bir parçası olmak gibi bir iddianız var ise, arzettiğim soruları sormak ve genellemeleri aşıp detaylara bakmak kaçınılmaz olur. Hem Amerikan halkını korku ve endişelerinden kurtarmak, hem de Müslümanların kendi kabuklarını kırmalarını şağlamak böyle bi bakış açısı ile mümkündür. Zira, Amerikan halkı hatalarını hızlı keşfeden ve bu hatalarından ders almasını bilen bir toplumdur. Bunu yaparken en iyi ve uygun yöntemleri geliştirip geliştiremedikleri tartışılabilir; ama bu, bahsettiğim gerçeğin varlığını değiştirmez. Müslüman halklar ise cehalet kabuğunu biraz kırdığında, hakikati yakalamada, kendisini toparlamada ve akl-ı selim yolunda ilerleme konusunda mahirdir. Onun bu terakki ve tahavvül neticesinde geliştirdiği vakar ve meselelere bakış açısı dünyanın bugün en çok ihtiyaç duyduğu kabiliyettir. Yazılıp çizildiğinden bahsettiğim ''değişim'' tandanslı değerlendirmelerde yoksun olan bakış açısı işte bu iki dinamiğin nasıl hayata geçirileceği ve birbiri ile buluşturulacağıdır. Suçlayan ve aşağılayan bir tarzda ''o şöyle değişti'' demenin artık pek bir ehemmiyeti yoktur. Olay ''adını koyma'' noktasını aşmıştır. İşte bu yüzden her iki topluma (Amerikan, Batı ve İslam) ait değerlendirmeler yapılırken genellemelerden kaçınılmalı, detaylara bakılmalıdır. Yani ''onların hepsi şöyle'' demek yerine, ''onların içinden kimler şöyle; kimler böyle'', ''neden'' ve ''neler yapılmalı'' gibi sorular sorulmalıdır. Bugün ne Amerikan toplumunun geldiği nokta ne de İslam aleminin geldiği nokta genellemeler yapmaya müsait değildir. Tek, homojen bir Amerikan toplumundan bahsedilemeyeceği gibi yekvücut bir İslam alemi ve yegane bir İslam anlayışından da bahsetmek mümkün değildir. Hal böyle iken, genellemeler yaparak ve ona göre tavır takınarak bir toplumu, tüm kesimleri ile karşımıza alabilir, hepsinin bize karşı olduğunu düşünebilir, onların içinde ulaşabileceğimiz insanlar olduğu gerçeğini gözden ve idrakten kaçırabiliriz. Bu hal üzere vereceğimiz bir tepki, ılımlı ve anlayışlı kesimleri bile karşımıza alabilir, ''Medeniyetler Savaşı'' tezlerine katkıda bulunabilir. Bu hem Amerikalılar hemde bizler açısından geçerli. Böyle bir süreç sonunda bizler; her Amerikalıyı, bize karşı yeni bir haçlı seferine çıkmış, kana susamış, dini motifli bir cani olarak görebiliriz. Amerikalılar (siz böyle söylediğimde batıyı da düşünün) ise her Müslümanı heryeri kılıç zoru ile ele geçirmeye çalışan, herkesi Müslüman olmamaları durumunda öldürmeye hazır, bu uğurda kendini ve masumları bile havaya uçurmaya niyetli birer Jihadist (Mücahit, aslında cihatçı) gibi görebilirler. Böyle bir bakış açısı kendisini gerçekleyen kehanet olmaktan başka hiç bir netice doğurmaz. Bu noktada sizinle bir düşüncemi paylaşayım. On birinci yüzyılda, haçlı seferleri esnasında, Müslümanların ve aldatılmış Hıristiyan yığınların en büyük talihsizlikleri birbirleri ile irtibat kurabilecekleri, diyalog tesis edebilecekleri hiç bir ortamın, şartın ve imkanın ve anlayışın olmamasıdır. Eğer bu mümkün olsa idi belki birileri ortaya çıkabilir tarihin o en vahşi hadiseleri ve o zamana kadar ki en büyük fitnesi böylece önlenmiş olabilirdi. Bu olamayınca ortalık, zamanın; kendi maddi çıkarları ve politik güçleri peşinde koşan ''medeniyetler çatışması'' planlayıcılarına kaldı. Cehalet içinde yüzerken dini motiflerle kandırılan Hıristıyan halkı, ''her yere saldıran, yağmalayan, dinini değiştirmeye zorlayan, kana susamış'' bir medeniyeti yok ekmek üzere yola koyuldu. İki dünyanın tek karşılaşması savaş meydanı oldu. Bugün tek değil iki taraflı bir fitnenin fitili ateşlenmiş durumda. Fitne daha büyük belki; ama eskiye göre bir avantaj var elimizde. O da insanların birbirleri ile diyalog kurma, birbirlerini tanıma şansları... Müslümanlara ''Amerikalılar şöyle'' demeyin; Amerikalılara ise ''Müslümanlar böyledir'' demeyin diye her fırsatta anlatmamın nedeni de bu zaten.

İşte bu nedenle, genellemeler yaparak alt unsurları ve dinamikleri gözden kaçırmanın tehlikesine işaret etmek gerekiyor. Amerikan halkı kandırılmaya çalışılan bir halk. Bizler gibi. Onlarda gözlemlediğimiz algı değişiklikleri bu nedenle engellenebilecek yada iyiye kanalize edilebilecek mahiyette. Eğer tüm Amerikalıları bir görüp olaylara öyle yaklaşırsak, açık fikirli ve duyarlı Amerikalıları kaybedebiliriz. Size sayıları azınlıkta kalan bir kitleden de bahsetmiyorum. Yaşanan hadiselerin ardından şaşkına dönmüş, bir cevap arayışına girdiğinde ise felaket tellalı ve kriz pompacısı bir azınlığın propagandasına maruz kalmış büyük bir kitleden bahsediyorum. Asıl fitne aşırı genellemeler ile onları ''öteki''leştirdiğimiz zaman tutar. Bunun tersi de doğru. Onların bir kısmı tüm Müslümanları aynı (medyada tarif edildiği gibi) görme eğilimde olabilir. Ancak bir kısmı da bunun böyle olamayacağının idrakine varıyor yavaş yavaş. Bazı şeyleri ve gelişmeleri sorguluyorlar. 11 Eylül öncesinde İslam, Amerikan halkının pek tanımadığı bir din idi. Bir kısmı ise bağlı bulunduğu dini anlayışın etkisinde kalarak bir takım önyargılar besliyor idi İslam'a karşı. 11 Eylül'ün ardından başlayan propaganda bazılarının İslam'la olan ilk temasının olumsuz olmasını sağlarken bir kısmının ise sahip olduğu önyargıları pekiştirmesine katkıda bulundu. Toplum, böylece çok daha azınlıkta olan art niyetli bazı kesimlerin manipülasyonuna açık hale geldi.

Şimdi meseleye çok farklı bir boyut getireceğim. Neye karşı mı?: ''Amerikan halkının değişip, daha korkak, kuşkucu ve baskıcı bir hal almaya başladığı'' yönündeki söyleme... Yukarıda da arzetmeye çalıştığım gibi, yapılan bazı değerlendirmeler iki tür hataya davetiye çıkarıyor: Bu korku ve kuşku ortamını tahammülsüzlük olarak sunma eğilimi ve genelleme yaparak bunu tüm Amerikan toplumuna mal etme hatası. Hatta öyleki, bu değerlendirmeler değişim kavramını bile genelleştirdiklerinin farkında değiller. Değişim bir süreçtir. Onu, varılan bir sonuç olarak sunmak hatadır. O bir süreç olduğu için aralarda değişik haller alabilir. Bunlar illa tutacak diye birşey yoktur. Kalıcı olmayabilirler. Süreç devam ederken değişim mahiyet değiştirebilir, yeni bir boyut kazanabilir. Değişimin mayası sonradan tutar, kültür haline gelir, benimsenir yada aksiyona dönüşür. Tam olarak bir kültür oluşturamayıp belirli bir aksiyon sürecinin ardından kaybolup giden değişimler bile mevcuttur. İşte bu nedenle ''Amerikan halkı değişti, daha tahammülsüz ve kuşkucu oldu'' demek eksik bir yaklaşımdır. Onlar bir süreçten geçiyorlar. Tarihlerinde ilk defa anakaraları bir saldırı gördü. ''Bize kimse saldıramaz'' imajı alt üst oldu. Toplumun şaşkına dönmesi ve bir panik atak yaşaması gayet normal. Belirli bir azınlığın onların önlerine sunduğu ''İslam aleyhtarı'' imajın toplumun bır kısmı tarafından benimseniyor görünmesi, Müslümanlardan endişe etmeleri tehlikeli bir noktada değil. Dediğim gibi bu bir süreç. Netice değil, kültür haline gelmiş hiç değil. Onlara yardım eder, kendimizi tanıtırsak hatalarından ders almasını bilen bu toplum eskiden yaptığı bazı hataları tekrarlamaz. Amerikan toplumu geneli itibari ile açık fikirli, dinlemeyi bilen, düşünce özgürlüğüne ve farklılığa inanmış bir toplum. Bu konuda bizden hala çok ilerideler. İslam düşmanı haller takınan bazı ''Evancelist'' din adamlarının propagandaları şimdilik 30-60 milyon insana ulaşıyor görünsede bunun halkın genelini teşmil edecek bir etki yapacağına inanmıyorum ben. Eğer Müslümanlar akıntıya karşı kürek çekmeyi bırakmazlarsa tabi... Kaldı ki halihazırda yaşadıkları tek sıkıntı Müslümanlar mevzuu da değil. Toplumun bir takım hastalıklı noktaları olduğu bir hakikat. Ekonomi gittikçe kötüye gidiyor. Belli bir kesim Güney Amerika kaynaklı göçmen sorununa karşı ciddi bir mücadele veriyor. Buna uzun süredir devam eden, geçen seçimlerde de belirleyici bir etken olan kürtaj ve homoseksüellik gibi bazı tartışmalı konuları da eklemek gerekiyor.

Geçenlerde Zaman Gazetesi'nde yayınlanan bir yazı (Furkan Aydıner, 12 Eylül 2007), 11 Eylül arefesinde Amerika'da İslamın neden hala yükselişte olduğunu ele alıyordu. Yalnız bu yazı bile benim yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığım hususların açık bir ispatı gibi adeta. Doğru ya! Eğer toplum bu kadar olumsuz bir değişimin kurbanı olmuş ve tahammülsüzleşmiş ise, böyle bir gelişme nasıl açıklanabilir. Bu çok derin bir paradoks oluşturmaz mı? İlgili yazıda ele alınan konular son derece doğru gözlemlere dayanıyor. Bu yazının bağlamına uyan ve bahsettiğim paradoksu açıklamaya yarayan bir kaç etken aktarayım sizlere o yazıdan: 11 Eylül arefesinde gelişen olayların bazı Müslümanların (yazıda bazı denmemiş, bu ayırım önemli) rehavetten kurtulup kendilerini anlatma ihtiyacı hissetmeleri ve bunun bazı insanları gerçek İslam ile tanıştırması; insaların öğrenme ihtiyaçlarını karşılayan bazı ''tarafsız'' eserlerin yayınlanması... Sadece bunlar değil tabi. Beyazından zencisine bir çok insan merak ettiği hususları Müslümanlara sorup öğreniyor; etraflarında Müslüman bulamayanlar ise kaynaklara (hatta Kur'an okumaya) yöneliyor. Bu olmazsa bile, bazı klise mensuplarının dahi aralarında olduğu bir kesim kendilerine samimiyetle yaklaşan Müslümanları en azından dinleme gereğini kendilerinde hissedebiliyor; bunu saygıyla karşılıyor. Kendini tam olarak kendi içine kapatmayan, propagandaların esiri olmaya direnen, özgürlük kavramına gönülden inanmış normal halk tabakalarından bahsediyoruz.

Burada sıraladığım faktörler elbette yaşanan paradoksal durumu tam olarak izaha yetmiyor. Bunu başka bir yazıda ele almak gerekir. Ancak şu bir gerçek.. Bunlar gibi gelişmeler bize, hadiselere yukarıda anlatmaya çalıştığım zaviyeden bakmak gerektiğini tekrar hatırlatıyor. Sadece Amerika değil, Avrupa'da yaşayan insanlarımız için de geçerli bu tavsiyeler. Umarım, aceleci tavırlar ile yaptığımız genellemelerin kurbanı olmaz, görmemiz gereken detayları gözden kaçırmaz ve her toplumda anlaşabileceğimiz unsurların, güzel insanların var olduğu düşüncesini aklımızdan çıkarmayız. Bizler kendi kusurlarımıza bakmaya ve çuvaldızı; kendisi de bir kuşku ve tahammülsüzlük diyarına dönüşmeye yüz tutan ülkemize ve Müslüman coğrafyamıza batırmaya devam etmeliyiz. Bizlere düşen, bu insanlara İslam'ın bir sevgi dini olduğunu gösteren projeler üretmek.