24 Şubat 2016 Çarşamba

CEMAAT NEDEN VE NASIL KAZANIYOR? (11)

Bu yazı 24 Şubat 2016 tarihinde Yeniyön.tv de yayınlanan köşe yazısıdır.


Erdoğan, ‘paralel’ söylemleri ile Cemaat’i devleti ele geçirmeye çalışan bir suç örgütü olarak göstermeye çalıştı; ancak bu da ters tepiyor. Asıl AKP’lilerin, ‘İslâmcı gelenekleri bıraktık, gömlek değiştirdik, artık daha demokratız!’ demelerine rağmen, aslında hâlâ Arap tipi İslâmcı kaldıkları ve devleti ve gücü ele geçirme odaklı hareket ettikleri bizzat görülmüş oldu. Gücün ele geçirilmesi ile birlikte yolsuzluk, ihâle ve rant vurgunu, adam kayırma ve kadrolaşma gibi konularda zirve yaptıkları 17-25 Aralık süreci ile ortaya çıktı.

Mızrak çuvala sığmamıştı! Bu uğurda işlenen yolsuzluklar konusunda ‘dâvâ için’, ‘’Erdoğan’a darbe girişimi’’ gibi söylemler kullanılarak tabanı kandırma yoluna gidildi. Böylece, aslında İslâmî ilkelerden ne kadar uzak, İslâmcı bile olamayacak kadar çıkarcı ve fırsatçı olunduğu görülmüş oldu.

Bu koyu siyah zeminde eleştirilen Cemaat, haklılığı tamâmen ortaya çıktığında, bu kirlenmiş güce karşı dik durmasıyla ve demokrasiye olan inancıyla gönüllerdeki yerini alacaktır. AKP’nin seçim başarısı ve saldırıları devâm ederken yaptığı bir analizde, Zaman yazarı Kerim Balcı’nın ‘’AK Parti gemisinden, indik Elhamdülillah!’’ demesi bir hakîkati dile getiriyor. Zîrâ, AKP sahip olduğu güç ile zehirlendi ve diğer dinî grupları da taban oluşturmak adına ‘’Hilâfet’’ adını verdiği gemiye dâvet etti. Gemiye katılanlara imkân ve çıkar vaat ederek yapay bir cennet sunarken, binmeyenleri de yapay ‘’paralel’’ ve ‘’mâkul şüpheli’’ cehennemleri ile tehdit etti.

Cemaat tüm bunlara rağmen AKP’ye bîat etmeyerek kendi irâdesiyle o gemiden indi ve okyanusun dalgalı sularında kendi küçük kayığı ile özgürce ilerlemeyi tercih etti. Çünkü, ‘’AK Parti samimi mi?’’ başlıklı yazımda da ifâde ettiğim gibi; ‘’AKP artık demokrasi rayından çıkmış, Gladyo’nun rotasına girmiş, hedefi şaşmış bir partidir. Rolünü, tükendiği güne kadar da oynamak zorundadır. O rolün dışına çıkması imkânsızdır. Günü geldiğinde de yine aynı gladyotik yapılar tarafından ipi çekilecektir.’’

İşte bu yüzden; aynı gemide batmak istemeyen Cemaat, geminin saptığı yanlış rotayı farkettiğinden ve kendi Kur’an-Sünnet-Temsil rotasından bir sapmaya ve batışa sürükleneceğini gördüğünden o gemiden indi. Aslında Cemaat’in desteği ilkesel bazda ve sivil anayasının tesisi ile vesâyetin kırılması noktasında idi. Bu anlamda aslında Cemaat, AKP trenine hiç binmemişti; sâdece sözünü tutacağı inancıyla AKP önündeki rayları açmıştı demek daha doğru olur. Bu, elbette istisnâî sayıda küçük bir azınlığın trene binme temâyülü geliştirmediğini göstermez. Nihâyetinde iki tarafın tabanları bir çok noktada kesişiyorlar.

Peki Cemaat bu irâdî duruşu ne pahasına tercih etti? Erdoğan’ın, elindeki müthiş propaganda gücü ile Cemaat’i ‘hâin’, ‘dış güçlerin piyonu’, ‘ajan’ vs. îlân edeceğini ve devlet kadrolarından temizleyeceğini tahmin etmesi pahasına…

Ali Ünal’ın da işâret ettiği gibi, eğer Cemaat bazılarının hep vehmettiği gibi gücü ele geçirme peşinde olsaydı bunu çok iyi yetişmiş kadroları ile AKP bünyesine eklemlenerek daha iyi ve hızlı bir şekilde gerçekleştirebilir ve buna engel olabilen de çıkmazdı. Fakat bu, AKP’nin tüm yolsuzlukları ile; nereye gittiği belli olmayan ama Kur’an ve Sünnet rotasından saptığı bâriz olan bir trene vagon olmak anlamına gelirdi. Bu yolun sonu da îman yörüngeli İslâmî bir hareket için uçuruma doğru ilerlemek anlamına gelirdi.

Cemaat, süreç sâyesinde işte böyle bir tehlikeden de kurtulmuş oldu. Bu kararı ile ne mi kazanacak: (1) Yaptığı tercihte ne kadar haklı olduğunu ileride tüm Müslümanlara ve dünyaya gösterecek, (2) Yusuf gibi, mâsûmiyeti anlaşılacak ve ardından Yusuf gibi muâmele görecek, (3) Cesaretinden dolayı hem alkışlanacak hem de örnek alınmaya başlanacak. Bu cesâreti doğuran kaynak, diğer Müslümanlara da örnek teşkil etmeye başlayacak; Said Nursi ile başlayan ‘îman inşâsı’ ve zulme karşı nasıl dik durulacağı yönünde, Eskişehir Müdafasında olduğu gibi, şimdilerde de sergilenen benzer tavır evrensellik kazanacaktır. Bu da Hareket’e bunların temsîli nisbetinde kıymetler üstü bir değer kazandıracaktır.

Süreç ile birlikte Fethullah Gülen’in bir âlim ve yol gösterici olarak değeri Türkiye sınırlarını daha da aşacak, onun dünya Müslümanları arasında tanınırlığını ve Batı entelijansiyası içinde de saygınlığını artıracaktır.

Özellikle terörün zirve yaptığı ve İslâm’ın imajının AKP tarafından ciddî kertede kirletildiği, göçlerin, yıkımların ve savaşların arttığı böyle sorunlu bir dönemin ardından insanlar çözüm adına fikirler ve projeler sunabilen ehliyet sahibi, güvenilir yol göstericiler arayacaklardır. Mevcut İslâmcı siyâsî hareketlerin ve hükümetlerin fikir ve aksiyon planında iflâs etmiş olmaları; AKP özelinde ise, teröre destek veren otoriter, baskıcı tutumları yüzünden gözler alternative anlayışlara çevrilecektir.

İşte bu aşamada, Said Nursi’nin çizdiği yolda ilerleyen Gülen ve onun fikirlerinden beslenen ve bu baskı döneminde değişik parametrelerle (bu parametreler bu yazı serisi içerisinde ele alınmıştır) samimiyetini ispatlamış bulunan Hizmet Hareketi, siyâsî değil; sivil hareket anlamında, artık bir çok konuda söz sahibi konuma gelecektir.

Bu yazı serisinde işâret edilen iç dinamiklerini revize etmiş, daha insan merkezli ve evrensel anlayışlar benimsemiş olan Hareket, insanlığın sorunlarının çözümü adına yeni sorumluluk alanlarında at koşturacak ve yaralara merhem olacaktır. Bu sâyede Türkiye, dünya problemlerinin ele alındığı her platformda söz sahibi bir ülke hâline gelecektir.

Gülen’in eserleri ve Risale-i Nurlar Müslüman ve Batılı akademisyenlerce daha yakından takip edilecektir. Hâlihazırda bile bugün Gülen’in temsil ettiği hizmet felsefesinin insanlık ve Müslümanlık adına neler ifâde ettiğine dâir birçok Batılı ve Müslüman akademisyenin övgü dolu sözleri mevcuttur. Bu teveccüh daha da genişleyerek yayılacaktır.

Erdoğan’ın hiçbir söylemi Gülen’e zarar vermiyor; aksine Erdoğan’ı daha çok yıpratıyor. Madenler kor taşları içinde toplanırlar. Çekiç ile vurarak onların sâdece saflaşmaları ve işlenecek hâle gelmeleri sağlanır. Erdoğan’ın saldırgan ve seviyesiz üslûbu, Gülen’in etrafında başkalarınca oluşturulan önyargı kayalarını kıracak; yakın gelecekte haklılığı da daha net görüleceğinden, bir âlim olarak gerçek değeri daha geniş kesimlerce idrâk edilecek ve eserlerinde dile getirdiği altın değerler daha bir iştiyakla benimsenir hâle geleceklerdir.

Eski Cumhurbaşkanı rahmetli Demirel süreç başladığında hâlâ hayattaydı. Zaman’dan Mustafa Ünal, tecrübeli bir siyâsetçi olan Demirel’e sürecin sorulması üzerine etrafındakilere şu sözleri söylediğini aktarmıştı:

Siyâsetçi aslında güçsüz insandır, ancak ağzına geleni konuştuğu için güçlü gözükür. Her zaman sesi çok çıkar. Âlim güçlü insandır. Ama ağzına her geleni konuşamadığı için güçsüz gözükür. Hoca da âlimdir. Bu yapılanlar, söylenen sözler Hoca'nın itibârından bir şey kaybettirmiyor. Siyâsetle gelen itibâr siyâsetle gider. Siyâsetin yaptığı tahribat kalıcı olmaz. Bak göreceksiniz yakında bunların ayakları damenlerine dolanacak.

Bu söz, çok şeyi özetliyor değil mi?

Devâm edeceğiz…