14 Aralık 2007 Cuma

İLK DERGİLER VE BLOGLAR

Bu yazı 27 Aralık 2007 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Engin Ardıç'ın 'bloglar' hakkındaki son çıkışı (Akşam, 11 Aralık 2007) haklı olarak bazı blog yazarlarının tepkisini çekti. Ardıç, ilgili yazısında her ne kadar bazı önemli hakikatlere temas etmiş olsada, zikrettiği sorunların yalnız blog sitelerine ve İnternet gazetelerine/ortamlarına mahsus olmayıp, ilk olarak matbu gazetelerimizden tevellüd etmiş olduklarını biraz gözardı etmiş anlaşılan.

Bu bahsi kendisinin yazısından alıntılar etrafında biraz açayım:

Bir kere; ''İnternet çıkalı... mertliğin bozulmasına çeyrek var'' şeklindeki serzeniş kısmen anlamlı görünsede, aynı cümleyi ben, ''bazı matbu köşe yazarları çıktı mertlik bozuldu'' yada ''bazı medya patronları çıktı mertlik kovuldu'' şeklinde ifade etsem buna kaç kişinin itirazı olabilir? Zaten Ardıç'ın kendisi de yazısının bir bölümünde ''çamur deryasının matbuat kısmı'' diyerek işaret ettiğim bu hakikate değinmiş.

Bugün bazı blog yazılarında herhangi bir bozukluk, seviyesizlik, saldırı üslubu vb. aksaklıklar var ise, bu genel anlamda, toplum olarak, bir takım zihni ve ruhsal maruzatlara düçar olduğumuzun göstergesidir. Bu tür sorunlar sadece yazılarda değil, sokak ortasında birbirimize muamele ediş şeklimizde de kendisini gösteriyor. İşte bu noktada şu iddiamı hemen derc edeyim: Günlük hayatımıza ancak son 5-6 senedir girmiş bulunan, kapılarını ve imkanlarını klavye kullanabilen herkese açmış bulunan bu tür dijital ortamlar mı sorunun kaynağı? Hayır! Elbette durum bahsettiğim sürecin sadece bir neticesi. Oysa matbu gazetelerimizin hal-i pür melali sorunun asıl kaynağı olabilecek mahiyette. Kendilerinin yıllardır bu millete reva gördükleri bozuk gazetecilik anlayışı, takip ettikleri saldırgan; birleştirme yerine parçalama tandanslı üslupları, toplumun farklı kesimlerini birbirine düşman etme gayretleri, köşe başlarından başkalarına atılan iftiralar, patron çıkarları ve ihale koparma telaşları ortasında gündeme getirilen dalaşmalar ve sataşmalar, cuntacılık yapmalar, darbe çığırtkanlıkları, kadın teşhircilikleri yapmalar... Senelerdir böyle bir atmosferin gölgesinde yetişmiş bir toplumun bazı fertlerinin, önlerine yazı yazma imkanı sunan böyle sanal ortamlarda abilerinden görüp öğrendikleri tarzı kendilerine üslup ve metod edinmeleri elbette kaçınılmaz olur. Demirel'in artık klişe olmuş bir sözünden uyarlayarak ifade edeyim: Cumhuriyet'in kurulduğu günden bu yana, tuttuğunuz gazete köşelerinden millete Fuzuli, Baki, Farabi, Mevlana, Kant, Goethe, Dostoyevski, Tolstoy, birlik, fedakarlık, terbiye duygusu ve düşüncesi öğrettiniz de bu millet öğrenmedi mi?

Yanlış anlaşılmasın; Ardıç'a yüklenmiyorum. Basınımızda yaygın olan bir hastalığa işaret ediyorum o kadar. Mevcut matbu basının ve medyanın sorunların asıl kaynağı olma potansiyelleri olduğuna temas ediyorum sadece.

İşte bu zaviyeden baktığımızda 'blogları' suç cenderesinin tepesine çıkarmak pek doğru bir yaklaşım değil. Blogları yada İnternet ortamında yazılan ''okur yorumlarını'' savunma pozisyonunda da değilim. İnternet ortamı bu. Türlü türlü yerlerde türlü türlü görüşler dile getiriliyor. Bu kadar insanın arasında düzeysiz, temelsiz beyanlarda bulunanların çıkması normal. Bunlar beni de rahatsız ediyor elbette. Fakat dediğim gibi bunlar toplumsal bir şizofreninin (Ardıç bu kişileri psikopat olarak tanımlıyor yazısında) sanal ortama yansıması sadece. Sorunun asıl kaynağına az önce değindiğim için geçiyorum.

Ardıç'ın yazısında beni rahatsız eden yaklaşım, ''blogların'' bir genellemeye kurban edilmiş olmaları. Oysa çok kaliteli bloglar, çok başarılı İnternet gazeteleri, yazarları, siteleri mevcut. Henüz emekleme aşamasında olsalarda çoğunun gayretleri anlamlı. Kimbilir belki de alternatif bir gazeteciliğin temelleri atılıyordur bu sanal ortamlarda. Zaten Ardıç bile bir cümle içerisinde böyle olumlu bir gelişmenin izlerini yansıtmış yazısına; ''bu sitelerin kendi yazarları, farklı stilleri, ayrı ayrı dünya görüşleri oluşmaya başladı. Bu bir gelişmedir'' derken...

Nasılki bozuk gazetecilik anlayışı medyamızın tüm matbu gazetelerinin bir hastalığı değilse, bunun mukabili olan hastalıkların İnternet ortamına bakan adreslerini de 'bloglar'' şeklinde bir genellemeye tabi tutmak yanlış olur. Elbette önüne geleni ardına koymayan, bozuk hitabetli, küfürlü ifadelerin yer edinebildiği İnternet ortamları, bloglar ve 'okuyucu yorum köşeleri' var. Dedim ya! bu, bu hale getirilmiş toplumun ufak bir yansıması sadece. 'Blog' ve benzeri İnternet gazetesi ortamlarını böyle bir gelişmeden mes'ulmüş gibi sunmak yanlış olur.

Ardıç'ın genelleme yaparken kullandığı birkaç argümanı da sıralayıp, asıl değinmek istediğim hususa geçeyim.

Ardıç şu ifadeleri kullanıyor yazısında:

''Yirmi birinci yüzyılda, Andy Warhol’un ünlü öngörüsüyle herkesin on beş dakikalığına ünlü olması gibi, hemen herkes de sanal ortamlarda yazar kesildi./ Fakat ruh hastalarına da gün doğdu./ Çöp tenekesine cüruf boşaltır gibi, ruhlarının pisliklerini Internet’e döktüler... Psikopatlara sağlanan ikinci kolaylık, 'anonim yazabilme' olanağı. Yani gizlilik. Gözüne bir 'rümuz' kestiren, sallıyor abuklamasını... Elbette herkes 'saçmalama özgürlüğüne' de sahiptir, suç kapsamına girmediği sürece. Fakat insanlarda da 'okuduğuna inanma eğilimi' vardır, bu çok doğaldır ve atılan çamurun izi de, bir şekilde kalır.''

Bu görüşlere katılmamak mümkün değil. Ama en başta belirttiğim gibi; bu garabet listesi size bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu? Birbirine çamur atan, hakaretler savuran, küfür eden köşe yazarlarımız yok mu anlı şanlı kağıda basılı mecmualarımızda?... ''Çamur at izi kalsın'' şeklinde bir tabir kullanıldığında ilk akla gelen gazete hangisi? Zaman Gazetesi ve benzerlerinin tarihini 'atılan haksız çamurları temizleme gayreti' şeklinde özetlesek herhalde yanılmamış oluruz. Peki ya! masa başında yazılan yalan haberlere ne demeli? Peki ya hakaretlere?.. Daha bir iki hafta evvel İlhan Selçuk açık açık bu milletin en önemli değerlerinden birisi olan Kur'an-ı Kerim'e açıkça hakaret etmedi mi sütunundan? Bu çirkefliklere imza atabilen yazarlar ve editörlerin isimlerini bildikte ne oldu? Utandılar mı hiç? Hayır... Milletin gözünün içine baka baka yaptılar yapacaklarını. Şimdi bir kaç İnternet yazarının mahlas isimle yazı yazması (iyi veya kötü) niye rahatsız ediyor ki sizleri. Böyle bir durumda insana iğneyi hatırlatmazlar mı çuvaldızdan önce? DKM'den Ertuğrul Acar Bey bir ara; ''kimin yazdığının değil; ne yazdığının önemli olduğunu'' hatırlatmıştı bana. Saydığım hususlar dikkate alındığında ne kadar da doğru söylenmiş bir söz.

Bir yazıda serdedilen görüşler yeterki düzeyli ve derin olsun; orijinal tespitler içersin. Mehmet Barlas'ın (Posta, 2 Aralık 2007) ifade ettiği gibi; ''iyi yazıdan maksat, hem edebi kaliteye, hem de fikir ve kültür cevherine sahip yazı demektir.'' Bu şartlar altında herkes yazabilmelidir. Matbu gazetelerimizdeki tekelleşme ve patron baskısı bir çok yetenekli yazarın önünü tıkayan bir etkendir. Bu ülke artık kendisini, 'köşe' başlarını tutmuş bir kaç yazar bozuntusunun (istisnalar hariç) güdümünden kurtarmalıdır. Mehmet Barlas mezkur yazısında, ''köşe yazarları olmasa, gazeteler daha mı iyi olurdu?'' diye sormuyor muydu okurlarına? Allah aşkına bu çağrıya 'evet' dememek elde mi bugün? Ben şahsen; kendisini ''en çok satan'' ve ''en etkili'', ''devletin gazetesi'' olarak tanıtan bir kaç gazetenin kapandığı günü, halkın entellektüel düzeysizlikten kurtulmaya başlayacağı gün olarak ilan edeceğim.

İşte İnternet üzerindeki ortamlar bu fasit daire çemberinin kırılmasına yol açacak. Emekleme aşamasında kötü örnekler de yer edinebilir aralarında. Ancak bunun ileriye dönük olarak, ülkemiz adına çok ön açıcı bir gelişme olacağını, bu sanal ortamlarda çok kaliteli yazarlar yetişeceğini düşünüyorum. Bu cümleleri bir eğitim uzmanı sıfatı ile yazıyorum ayrıca...

Hatırlayınız... Cumhuriyetimizin ilk edebiyatçıları ve bazı kaliteli gazetecileri nasıl başladılar yazarlık hayatlarına ve nasıl var oldular aramızda? Baktığınızda; bunların önemli bir kısmının gerek kendi başlarına gerekse de bazı arkadaşları ile birlikte ufak tefek, mütevazi bir dergi çıkarmaya başladıklarını, kendilerini o şekilde yetiştirdiklerini görürsünüz. Çoğunun ilk çıkışı öyledir. Patron ısmarlaması 'kalemşör', savaşçı değillerdir. Bugün hayatta olsalar belki İnternet nimetini kullanırlardı, mütevazi dergiler yerine. İnternet ortamları yeni nesil için işte bu ilk dergilerin görevini görecektir veya görme potansiyelindedir. O nedenle bu ortamlar teşvik edilmeli, ilk edebiyatçılarımızı yetiştiren dergiler gibi birer okul olarak kullanılmalıdırlar.

Evet bu ortamların kötüye kullanılma potansiyelleri var... Ancak bize düşen bir şeyin hayra kapı açabilecek olan yönlerine odaklanmaktır. Zaten medyamız az önce resmettiğim çamur deryasından kendisini kurtaramaz ve milleti de mevcut seviyesizliğinin bataklığına iyice çekmeyi durdurmazsa her alanda kaybetmeye devam edeceğiz. 13 Aralık 2007