Bu yazı 24 Aralık 2014 tarihinde FarukArslan.com sitesinde yayınlanmıştır.
Henüz 17-25 Aralıklara çok uzak bir zaman diliminde, kendi halinde ve
kendi çapının ancak kaldırabileceği sıkıntılarla meşgul bir gönül rüya
iklimine dalar. Göz kapakları kapanıp nazarı rüya alemine uyandığında o
çok sevdiği gönül insanını görür yanında. Kendisi ile gönül birliği
etmiş bir sürü insan da onlarla beraberdir. Ancak ortam hiç tekin
değildir, kasvetli ve pusludur. Anlam veremediği bir telaş ve panik hali
vardır dostlarında. Göremediği, anlam veremediği birileri sürekli
olarak onları kovalamaktadır. Sevdiği insanları böyle görmeye hiç
alışmadığı için müthiş bir sıkıntı ve hafakan hali rüya aleminden akıp
kalbini sıkmaktadır. Hele o sevdiği insanın da orada o sıkıntılı hali
yaşıyor olduğunu görmek onu iyice sarsmıştır. O, her zaman özgür olmayı
seven ruhu ‘bir an evvel vücuduma geri dönsem ve uyansam’ demektedir
adeta. Sevdiği o insanlar telaşla bir sağa bir sola koşuşturmaktadırlar…
Artık yüreği iyice sıkışmış bir vaziyette, gözleri hep o sevdiği
insanın üzerindedir.
İşte ne olursa o anda olur! Herkesin panik içerisinde etrafa
savrulduğu bir hengamede… o kaçışan insanlar hiç beklemedikleri bir anda
aniden muzaffer olurlar. Bir saniye önce seyrettiği telaşlı yüzler
kaybolmuş, yerini zafer naraları atan sevinçli yüzler almıştır. Ama o
hiç rahat değildir. Sanki sonsuzluktan gelen bir ilham akmıştır içine.
Görmediği, tanımadığı halde az önce kendilerini kovuşturan insanların
ahir zaman akıbetleri bir acı olup saplanmıştır kalbine. Arkadaşları ile
birlikte sevinecek mecali kalmamıştır. Bir kaldırım taşına oturur ve
hüngür hüngür ağlamaya başlar. Dilinden ise şu cümleler dökülmektedir:
‘’Değer miydi? Bunca şey (dünyalık) için (kaybedeceğiniz ve ahiretinizi
mahvedeceğiniz) belli olduğu halde değer miydi?’’
Artık uyanmıştır! Ancak rüyasında o kadar ağlamıştır ki, onun hasıl
ettiği yorgunluk ve üzüntüyü günlerce üzerinden atamayacaktır… Kafasında
ise hep bir düşünce: Kimdi bu kendilerini kovuşturan; sonra kaybeden ve
ahiretini mahveden insanlar… kimlerin akıbetine çok üzülmüş ve
ağlamıştı bu kadar ve neydi bu mücadele….
Aradan aylar geçmiş, takvimler sıcak Ağustos günlerini göstermeye
başlamıştır. Rüyasında tekrar özgürce uçmaktadır. Hayatında hiç lüks bir
konak görmüş müdür bilemez; ancak kendisini malikane gibi bir evin
içerisinde; şık giyimli, monşer tipli üç adamın yanında bulur. Yukarıdan
onları izlemekte ve konuşmalarını dinlemektedir. Uzunca bir konuşmanın
ardından içlerinden lider tipli olanı konuşmaya son noktayı koyar.
Devrin hükümetini kastederek; onlara büyü yapmaları gerektiğini ve bunun
içinse bir evin içinde üç adet inek kesilmesi gerektiğini söyler. Ama
nedense bu işi yapabilecek kişinin yurt dışından getirilmesi elzemdir.
Adam, bu işi bana bırakın der gibi bir eda ile yerinden kalkar ve yola
koyulur. O da boş durmaz tabi! Bu kişiyi takip eder. Kendi evine gider
adam ve içeri girer. O da peşinden gider. Merakı artmıştır, cesareti ise
tamdır. Evin kapısına doğru ilerler. Bir anda kapı açılır! Siyah
kapşonlu bir pelerin giymiş ve kapşonu kafasına geçirmiş gizemli bir
adam karşılar kendisini kapıda. Yurt dışından getirilen adamla yüz yüze
gelmiştir bir anda. Adam onu kendilerinden sanar. Farsça bir ifade ile
selamlar kendisini ve elini uzatır; o da karşılık verir ve elini uzatır
adama. Adam tokalaşırken özel bir dokunuş yapar baş parmağı ile onun baş
parmağı üzerine; bir şifre, bir paroladır sanki bu dokunuş. Bozuntuya
vermez; aynı şekilde tokalaşır adamla ve içeri girer. Merakı artmıştır
artık! Odanın içine kayar bakışları. Bir ineğin kesilmiş olduğunu görür.
Odanın her yeri kan revan içerisindedir. O şekilde uyanır!
Artık uyumak imkansızdır onun için. Zihni şaşkınlık seline maruz
kalmış, fikirler zihin duvarlarına çarpıp durmaktadır. Herkesin uyuduğu
bir zaman diliminde o, gözünü tavana dikmiş bir vaziyette düşünmekte,
gördüğü rüyaya bir anlam vermeye çalışmaktadır. Neler olmaktadır! Derken
bir süre önce gördüğü; o hallerine ağladığı insanlar gelir aklına ve
sayıklar: Acaba neler olacaktır ve zaman nelere gebedir?
(devam edecek…)