Dini kaynaklardan;
ayet ve hadislerden mümkün olduğunca uzak bir zeminde, tamamen içime seyahat
ederek yazmaya çalışacağım bugün.
Sade bir Müslümanın kendiyle hasbihali de
diyebilirsiniz buna. Her an patlamaya hazır volkanlar gibi fokurdayan çalkantılı
iç yakarışlarını, ufak bir basınç değişimiyle içindeki yağmur damlalarını boşaltmaya
hazır duygu bulutlarını, dibi hiç görünmeyecekmiş hissi veren en derin his
mağaralarını, sonu olmayan uzay boşluğunda ney çalıyormuşçasına duygusal iç
geçirişlerini ve hüzünlü kalbinin sahillerine çarpan en latif hikmet dalgalarını
ve o uğurdaki arayışlarını ve iç sorgulamalarının izlerini bulacaksınız bu
yazıda.
Sorunların, zulümlerin,
haksızlıkların, iftiraların ve mağduriyetlerin tıpkı ani ve yıkıcı bir deprem
ardından gelen Tsunami gibi büyük bir hız ve İsrafilvari ürkütücü bir sesle
üzerimize geldiği, duygu-düşünce ve ümit sahillerimizi tarumar ettiği böyle
talihsiz bir dönemde ben, nazarımı o vahşi dalgaların çok ötesine taşımakta
buluyorum çareyi; büyük bir sabır ve sığınmışlık haleti ruhiyesiyle…
Hikmet
okyanusunun en ücra köşelerinde, neredeyse irfan dürbünlerinin ve uydularının
bile göremeyecekleri kadar küçük bir tevekkül adasında, dua sahillerinde, sabır
kumları üzerinde yürürken, kıyıya vuran latif rahmet dalgalarının ayağımı
okşadığı, Meltem rüzgarlarının suratıma çarpıp içime huzur doldurduğu uzak iklimlerde
arıyorum huzuru. Kimbilir, “Kalbin
Zümrüt Tepeleri’’ böyle bir yerdir belkide, ıssız, sakin; ama hikmet ve sevgi
dolu...
Allah için
sevmek…
Evet! İnsanın
kalbinin derinliklerinde bulabileceği en değerli hazine; iman ateşini daim
kılan, hayata değer katan ve kulluğun en zirve noktası Allah’ı gerçek manasıyla
sevmek ise şayet; o ufka ulaşabilmemizi sağlayan en değerli kabiliyet de
sanırım ‘Allah için sevebilmek’ olmalı. Yunus’un
dizelerinde dile getirdiği, ‘’Yaradılanı
severim, Yaradan’dan ötürü’’ sözünün bile bir adım ötesine geçen bir hal
benim tarif edemediğim bu duygu. Allah sevgisiyle öyle yakınlaşabilmeli ki
insan, ‘’ötürü’’ kelimesi gibi sanki bir şart, bir tolere etme hali bile
barındıramayacak derecede yaradılanla ve yarattıklarıyla bütünleşebilmeli insan
ve hak-adalet-hakikat latifelerini bu sevgi kaynağıyla besleyebilmeli.
Etrafıma ve
yaşanan hadiselere bakıyorum. Zalimlerin zulmünden korkup başkalarına hakaret
eden, onların laflarını tekrar ederek kendine güven alanı açtığını düşünen,
mazlumları terkeden, ispiyonlayan, mağduriyetlerini izleyen, hatta ‘’oh olmuş!’’
diyen bilumum insanların hallerini; gelecek endişesiyle, çıkar duygusuyla ve
farklı farklı beklentilerle bu zulümlere doğrudan veya dolaylı olarak destek
olanlara bakıyorum. Sonra, korkuya kapılıp ‘ben farklıyım’ veya ‘ben artık
onlardan değilim’ deme telaşına düşenlere; kah kendi iç boşluklarının üzerini
kapama, kah vicdanlarını bastırma, kah egolarını tatmin etme, kah güç
karşısında sağlam ve dik duramayıp birtakım aşağılık kompleklerini yenmek
gayretiyle; geride kalanları aşağılayan, ‘ben demiştim’ diyerek yaygaralar
koparan, ‘suçlu kim’ telaşıyla başkalarının uhuvvet ve ümitlerini kıran; ama
bunu yaptıklarının da çoğu zaman farkında olmayan insanlara bakıyorum. Ayrıca
tek tük de olsa iyi niyetlerle sorgulamalar yapan ama gereğinden fazla telaşa
kapıldığını veya agresif hislerin etkisiyle hareket ettiğini farkedemeyen
kişilere göz gezdiriyorum.
Az önce tarif
ettiğim bu karakter Tsunamileri üzerime doğru gelirken kendimi bir anda o
bahsini ettiğim adada buluyorum. Tüm bu insanların temsil ettikleri
çirkinlikleri, bayağılıkları, hataları ve kusurları aşan bir duygu kaplıyor
yüreğimi ve aslında onları ne kadar da çok sevdiğimi hissediyorum birden.
Sonra bir acıma
hissi kaplıyor gönlümü. İnsanların içine hapsoldukları öfke dalgalarıyla birlikte
nasıl sahile çarpacaklarını göremiyor olmalarını hayretler içerisinde
izliyorum. Dört sene evvel gördüğüm bir rüya geliyor aklıma. Bir gün geliyor ve
bugün mağdur olan insanlar büyük sıkıntıların ardından bir anda feraha
kavuşuyorlar ve zaferlerini kutluyorlar sokaklarda. Ben ise büyük bir hüzünle yanımdaki
kaldırım taşına çöküyor ve ‘’tüm bunlar için değer miydi!’’ diyerek o zalim güruhun
imanlarını nasıl boş bir iş uğruna heba edişlerine ağlıyorum, hıçkıra hıçkıra.
Sahte ve hileli
oyunlarla tezgahlanan 15 Temmuz dalgaları geldi bunların ardından. Nice dost
bildiğimiz insanlar bu sefer daha büyük korkularla veya yukarıda tarif ettiğim
duygu ve düşüncelerle terkettiler bizleri, kendilerince yalnızlığa ittiler ve
dışladılar. Çoklarına en çok dokunanı da bu oldu zaten. Zalimlerin zulmünden
daha zor olanı da bu idi. Anne, bana, kardeş, akraba, dost, eş dedikleri
insanlar terkettiler kendilerini. Gammazlayanları, iftira ve hakaret edenleri
zaten saymıyorum.
Bu dalgalar
vurduğunda ilk aklıma gelen şey; demekki Allah için sevmemişler bizleri o dost
bildiğimiz insanlar demek oldu. Eğer bizi Allah için sevmiş olsalardı, değer
verdiğimiz ilkeler ve davalar uğruna bizimle aynı fikirde olmaktan, aynı yolda
bulunmaktan vazgeçmiş bile olsalar, farklı da düşünseler en azından yıllara
yayılmış arkadaşlık, dostluk ve akrabalık ilişkilerini sonlardırmaz veya
söndürmezlerdi diye düşündüm hep. Şahsen içimi çok yokladım ve hep şunu gördüm.
Onlar zalimlerin büyülü sözlerine kanıp sevdiğimiz insanlara ve değerlere
terörist, hain, en azından yanlış yolda diye baktıkları halde benim onlara
karşı olan sevgim hiç sarsılmamıştı. Çünkü onları Allah için sevmeyi
başarabilmişim diye geçirdim içimden. Ama sevgi bir taraftan çekilip gidince
diğer tarafa da sirayet ediyor zamanla ve seviginizin üzeri hayal kırıklıkları
ve gönül yaraları ile kaplanıveriyor.
Sadece; masum ve
mağdur insanların temsil ettikleri topluluğu onlar gibi terketmediğim için bana
karşı duydukları bir kinden veya öfkeden ötürü dışlamamışlardı beni. Ya da
zalim insanların zulmüne karşı yazılar yazdığım için benimle ilişkili
görünmenin hasıl ettiği korku da değildi bu. Zamanın geçmişe ait koridorlarında
ipuçları arayıp, yakaladığım her anı
tahlil etmeye çalıştım ve şunu gördüm. Her insanın hataları, kusurları ve
noksanları olur. Evlilikte bile eşler arasında bulunur benzer sorunlar; hatta
bazen daha da şiddetli hissedilirler beklentilerin farklılığından, duyguların
yoğunluğundan dolayı. Ama nedense ilişlilerde Allah için sevme kabiliyeti hakim
olunca, sanki ilahi bir boya örter o kusurların üstünü, kalpler birbirine
ısındırılır, telif edilirler.
Zalimler
hileleriyle bizleri binalarımızdan, emek verdiğimiz işlerden vs. değil de
buradan vurdular işte. Kalbi latifelerimizdeki bazı damarlara ulaşıp Allah için
sevme kabiliyetlerimizi körelttiler ve o sevgi kaynağını hedef aldılar. Bazı
insanlarda bir anda Allah için sevme latifesi sönüverdi. O Cennetvari meltemler
kesilince de gönüllerden, ortamı bir anda öfkenin, suizannın ve gıybetlerin
kavurucu sıcakları sardı. Artık bir insan olarak hepimizde doğal olarak
bulunabilen ve şimdiye kadar İlahi ilhamların üzerini örttüğü o kusurlar
batmaya başladı o insanlara; adeta su yüzüne vurdu tüm o eski takıntılar. Bizlere
artık o kusurlar penceresinden bakar oldular. İki Müslümanın arasında, ‘zaten
şu kusuru da vardı’, ‘şu huyunu da sevmezdim’, ‘zaten çok haz etmiyordum’ benzeri
bir sürü şeytani duygu ve vesvese hakim olmuştu artık. O, Allah için sevme
ışığı sönünce, o takıntıların sahte ve fosforlu ışıklarını rehber edindi
vicdanları.
Evet! Allah için sevme kabiliyeti sönünce, o
köprüler yıkılınca bir kalpte; artık hep karşımızdaki muhatabımızın hata ve
noksanlarını görür oluruz. Bunun da ötesinde artık o insanı zamanı da geriye sararak o hata ve
kusurların aynasında tekrar be tekrar izler ve yeniden tartar; hatta yeniden
inşa ederiz. O kişiyi veya kişileri sevmememiz ve dışlamamız gerektiği
noktasında vicdanımızı bastırma adına neler söyletmemiz ve hissetmemiz gerekiyorsa
onları söyletir dururuz vicdanımıza.
Zalimler böyle
yıkıntıları sadece mazlumları yalnız bırakan insanlarda gerçekleştirmezler.
Onların tesirleri (hatta asıl hedef noktaları); yıllarını milletin imanının
inşasına vermiş insanlarda da görülür. Onların, Allah için sevme, Allah için
yapma ateşi ile yanan kalplerini; zulümlerle, fitnelerle, algı
operasyonlarıyla, bölme ve birbirine düşürme gibi yöntemlerle hedef alıp
zayıflattıklarından dolayı, ö güzel insanları bile o zalimlerin yalanlarına
alet olmuş milletlerine karşı öfke dolu bir halde bulabilirsiniz. Oysa o güzel
insanların her şeye rağmen; o eğitimsiz ve cahil insanların nasıl bir imani
akıbete doğru sürüklendiklerini hissetmeleri ve şefkat kalelerini zalimlere
yıktırmamaları gerekir.
Zalimlere alet de olsalar, cahillikleriyle destek de
olsalar o insanları eskiden nasıl Allah için seviyor idiyseler, şimdi de Allah
için sevmeli ve onların akıbetlerine üzülerek bir gün onlara tekrar yardım
elini uzatacakları günlerin hayallerini kurmalılar. Yoksa, yüreklerden Allah
için sevme duygusu çekilince o kalbi latifeler körelip çoraklaşırlar ve çöllere
dönerler Bir daha da, eğer Allah’ın Hayy ve Kayyum isimleri tecelli etmezse
tekrar, hayat bulmaz o körleşmiş latifeler. Artık o milletin her hata ve kusuru
gözümüze batar ve sevgi ve şefkat köprüleri hiç tamir edilemeyecek derecede
hasar görürler. Bir gün o insanlar sizin himmetinize tekrar ihtiyaç duyup size el
uzattıklarında da içinizde ne onlara ulaşacak bir gönül köprüsü, ne de o
köprüleri geçmenize yardım edecek sağlam bir niyet, cesaret, ümit ve gayret
bulabilirsiniz.
Tüm zulümler
devam ederken bence gönül sahillerimizi her gün vuran o Tsunamilerin ardına
nazarlarımızı dikmeli ve o his ve idraklerimizi o hikmet adalarında dolaştırmalı
değil miyiz! Zalimler size ait her maddi imkanı yıkıp tarumar edebilirler;
ancak ümitlerinizi, hayallerinizi, planlarınızı, sevdanızı, imanınızı ve Allah
için sevme kabiliyetlerinizi asla çalamamalılar. Onlara bu fırsatı vermeyiniz!
Zira kazandıkları an işte sizden bu güzellikleri de çalabildikleri andır.
Kazanacağınız ve karanlık bulutların dağılacağı zaman da; Allah ile tekrar ve
hatta daha güzel bir bağ kurup; ‘Ey Rabbim! Senin için sevme, seni sevme ve
senin tarafından sevilme kabiliyetinden beni mahrum etme!’ diyebildiğiniz, o şefkat
adalarına ayak basabildiğiniz andır. İşte o zaman o çok güçlü imiş gibi görünen
Tsunami dalgalarının ve hiç yıkılmayacakmış gibi duran zalimlerin aslında ne
kadar daa sahte ve zayıf olduklarını, nasıl kolaylıkla dağılıp gittiklerini
müşahede edeceksiniz.
Sağlıcakla!