19 Kasım 2018 Pazartesi

SÜREÇ ve ALLAH İÇİN SEVMEK!

Bu yazı 18 Kasım 2018 tarihinde The Circle' da yayınlanan köşe yazısıdır.



Dini kaynaklardan; ayet ve hadislerden mümkün olduğunca uzak bir zeminde, tamamen içime seyahat ederek yazmaya çalışacağım bugün. 

Sade bir Müslümanın kendiyle hasbihali de diyebilirsiniz buna. Her an patlamaya hazır volkanlar gibi fokurdayan çalkantılı iç yakarışlarını, ufak bir basınç değişimiyle içindeki yağmur damlalarını boşaltmaya hazır duygu bulutlarını, dibi hiç görünmeyecekmiş hissi veren en derin his mağaralarını, sonu olmayan uzay boşluğunda ney çalıyormuşçasına duygusal iç geçirişlerini ve hüzünlü kalbinin sahillerine çarpan en latif hikmet dalgalarını ve o uğurdaki arayışlarını ve iç sorgulamalarının izlerini bulacaksınız bu yazıda.

Sorunların, zulümlerin, haksızlıkların, iftiraların ve  mağduriyetlerin tıpkı ani ve yıkıcı bir deprem ardından gelen Tsunami gibi büyük bir hız ve İsrafilvari ürkütücü bir sesle üzerimize geldiği, duygu-düşünce ve ümit sahillerimizi tarumar ettiği böyle talihsiz bir dönemde ben, nazarımı o vahşi dalgaların çok ötesine taşımakta buluyorum çareyi; büyük bir sabır ve sığınmışlık haleti ruhiyesiyle…

Hikmet okyanusunun en ücra köşelerinde, neredeyse irfan dürbünlerinin ve uydularının bile göremeyecekleri kadar küçük bir tevekkül adasında, dua sahillerinde, sabır kumları üzerinde yürürken, kıyıya vuran latif rahmet dalgalarının ayağımı okşadığı, Meltem rüzgarlarının suratıma çarpıp içime huzur doldurduğu uzak iklimlerde arıyorum huzuru. Kimbilir, Kalbin Zümrüt Tepeleri’’ böyle bir yerdir belkide, ıssız, sakin; ama hikmet ve sevgi dolu...

Allah için sevmek…

Evet! İnsanın kalbinin derinliklerinde bulabileceği en değerli hazine; iman ateşini daim kılan, hayata değer katan ve kulluğun en zirve noktası Allah’ı gerçek manasıyla sevmek ise şayet; o ufka ulaşabilmemizi sağlayan en değerli kabiliyet de sanırım  ‘Allah için sevebilmek’ olmalı. Yunus’un dizelerinde dile getirdiği, ‘’Yaradılanı severim, Yaradan’dan ötürü’’ sözünün bile bir adım ötesine geçen bir hal benim tarif edemediğim bu duygu. Allah sevgisiyle öyle yakınlaşabilmeli ki insan, ‘’ötürü’’ kelimesi gibi sanki bir şart, bir tolere etme hali bile barındıramayacak derecede yaradılanla ve yarattıklarıyla bütünleşebilmeli insan ve hak-adalet-hakikat latifelerini bu sevgi kaynağıyla besleyebilmeli.

Etrafıma ve yaşanan hadiselere bakıyorum. Zalimlerin zulmünden korkup başkalarına hakaret eden, onların laflarını tekrar ederek kendine güven alanı açtığını düşünen, mazlumları terkeden, ispiyonlayan, mağduriyetlerini izleyen, hatta ‘’oh olmuş!’’ diyen bilumum insanların hallerini; gelecek endişesiyle, çıkar duygusuyla ve farklı farklı beklentilerle bu zulümlere doğrudan veya dolaylı olarak destek olanlara bakıyorum. Sonra, korkuya kapılıp ‘ben farklıyım’ veya ‘ben artık onlardan değilim’ deme telaşına düşenlere; kah kendi iç boşluklarının üzerini kapama, kah vicdanlarını bastırma, kah egolarını tatmin etme, kah güç karşısında sağlam ve dik duramayıp birtakım aşağılık kompleklerini yenmek gayretiyle; geride kalanları aşağılayan, ‘ben demiştim’ diyerek yaygaralar koparan, ‘suçlu kim’ telaşıyla başkalarının uhuvvet ve ümitlerini kıran; ama bunu yaptıklarının da çoğu zaman farkında olmayan insanlara bakıyorum. Ayrıca tek tük de olsa iyi niyetlerle sorgulamalar yapan ama gereğinden fazla telaşa kapıldığını veya agresif hislerin etkisiyle hareket ettiğini farkedemeyen kişilere göz gezdiriyorum.

Az önce tarif ettiğim bu karakter Tsunamileri üzerime doğru gelirken kendimi bir anda o bahsini ettiğim adada buluyorum. Tüm bu insanların temsil ettikleri çirkinlikleri, bayağılıkları, hataları ve kusurları aşan bir duygu kaplıyor yüreğimi ve aslında onları ne kadar da çok sevdiğimi hissediyorum birden.

Sonra bir acıma hissi kaplıyor gönlümü. İnsanların içine hapsoldukları öfke dalgalarıyla birlikte nasıl sahile çarpacaklarını göremiyor olmalarını hayretler içerisinde izliyorum. Dört sene evvel gördüğüm bir rüya geliyor aklıma. Bir gün geliyor ve bugün mağdur olan insanlar büyük sıkıntıların ardından bir anda feraha kavuşuyorlar ve zaferlerini kutluyorlar sokaklarda. Ben ise büyük bir hüzünle yanımdaki kaldırım taşına çöküyor ve ‘’tüm bunlar için değer miydi!’’ diyerek o zalim güruhun imanlarını nasıl boş bir iş uğruna heba edişlerine ağlıyorum, hıçkıra hıçkıra.

Sahte ve hileli oyunlarla tezgahlanan 15 Temmuz dalgaları geldi bunların ardından. Nice dost bildiğimiz insanlar bu sefer daha büyük korkularla veya yukarıda tarif ettiğim duygu ve düşüncelerle terkettiler bizleri, kendilerince yalnızlığa ittiler ve dışladılar. Çoklarına en çok dokunanı da bu oldu zaten. Zalimlerin zulmünden daha zor olanı da bu idi. Anne, bana, kardeş, akraba, dost, eş dedikleri insanlar terkettiler kendilerini. Gammazlayanları, iftira ve hakaret edenleri zaten saymıyorum.

Bu dalgalar vurduğunda ilk aklıma gelen şey; demekki Allah için sevmemişler bizleri o dost bildiğimiz insanlar demek oldu. Eğer bizi Allah için sevmiş olsalardı, değer verdiğimiz ilkeler ve davalar uğruna bizimle aynı fikirde olmaktan, aynı yolda bulunmaktan vazgeçmiş bile olsalar, farklı da düşünseler en azından yıllara yayılmış arkadaşlık, dostluk ve akrabalık ilişkilerini sonlardırmaz veya söndürmezlerdi diye düşündüm hep. Şahsen içimi çok yokladım ve hep şunu gördüm. Onlar zalimlerin büyülü sözlerine kanıp sevdiğimiz insanlara ve değerlere terörist, hain, en azından yanlış yolda diye baktıkları halde benim onlara karşı olan sevgim hiç sarsılmamıştı. Çünkü onları Allah için sevmeyi başarabilmişim diye geçirdim içimden. Ama sevgi bir taraftan çekilip gidince diğer tarafa da sirayet ediyor zamanla ve seviginizin üzeri hayal kırıklıkları ve gönül yaraları ile kaplanıveriyor.

Sadece; masum ve mağdur insanların temsil ettikleri topluluğu onlar gibi terketmediğim için bana karşı duydukları bir kinden veya öfkeden ötürü dışlamamışlardı beni. Ya da zalim insanların zulmüne karşı yazılar yazdığım için benimle ilişkili görünmenin hasıl ettiği korku da değildi bu. Zamanın geçmişe ait koridorlarında ipuçları  arayıp, yakaladığım her anı tahlil etmeye çalıştım ve şunu gördüm. Her insanın hataları, kusurları ve noksanları olur. Evlilikte bile eşler arasında bulunur benzer sorunlar; hatta bazen daha da şiddetli hissedilirler beklentilerin farklılığından, duyguların yoğunluğundan dolayı. Ama nedense ilişlilerde Allah için sevme kabiliyeti hakim olunca, sanki ilahi bir boya örter o kusurların üstünü, kalpler birbirine ısındırılır, telif edilirler.

Zalimler hileleriyle bizleri binalarımızdan, emek verdiğimiz işlerden vs. değil de buradan vurdular işte. Kalbi latifelerimizdeki bazı damarlara ulaşıp Allah için sevme kabiliyetlerimizi körelttiler ve o sevgi kaynağını hedef aldılar. Bazı insanlarda bir anda Allah için sevme latifesi sönüverdi. O Cennetvari meltemler kesilince de gönüllerden, ortamı bir anda öfkenin, suizannın ve gıybetlerin kavurucu sıcakları sardı. Artık bir insan olarak hepimizde doğal olarak bulunabilen ve şimdiye kadar İlahi ilhamların üzerini örttüğü o kusurlar batmaya başladı o insanlara; adeta su yüzüne vurdu tüm o eski takıntılar. Bizlere artık o kusurlar penceresinden bakar oldular. İki Müslümanın arasında, ‘zaten şu kusuru da vardı’, ‘şu huyunu da sevmezdim’, ‘zaten çok haz etmiyordum’ benzeri bir sürü şeytani duygu ve vesvese hakim olmuştu artık. O, Allah için sevme ışığı sönünce, o takıntıların sahte ve fosforlu ışıklarını rehber edindi vicdanları.

Evet! Allah için sevme kabiliyeti sönünce, o köprüler yıkılınca bir kalpte; artık hep karşımızdaki muhatabımızın hata ve noksanlarını görür oluruz. Bunun da ötesinde artık o insanı zamanı da geriye sararak o hata ve kusurların aynasında tekrar be tekrar izler ve yeniden tartar; hatta yeniden inşa ederiz. O kişiyi veya kişileri sevmememiz ve dışlamamız gerektiği noktasında vicdanımızı bastırma adına neler söyletmemiz ve hissetmemiz gerekiyorsa onları söyletir dururuz vicdanımıza.

Zalimler böyle yıkıntıları sadece mazlumları yalnız bırakan insanlarda gerçekleştirmezler. Onların tesirleri (hatta asıl hedef noktaları); yıllarını milletin imanının inşasına vermiş insanlarda da görülür. Onların, Allah için sevme, Allah için yapma ateşi ile yanan kalplerini; zulümlerle, fitnelerle, algı operasyonlarıyla, bölme ve birbirine düşürme gibi yöntemlerle hedef alıp zayıflattıklarından dolayı, ö güzel insanları bile o zalimlerin yalanlarına alet olmuş milletlerine karşı öfke dolu bir halde bulabilirsiniz. Oysa o güzel insanların her şeye rağmen; o eğitimsiz ve cahil insanların nasıl bir imani akıbete doğru sürüklendiklerini hissetmeleri ve şefkat kalelerini zalimlere yıktırmamaları gerekir. 
Zalimlere alet de olsalar, cahillikleriyle destek de olsalar o insanları eskiden nasıl Allah için seviyor idiyseler, şimdi de Allah için sevmeli ve onların akıbetlerine üzülerek bir gün onlara tekrar yardım elini uzatacakları günlerin hayallerini kurmalılar. Yoksa, yüreklerden Allah için sevme duygusu çekilince o kalbi latifeler körelip çoraklaşırlar ve çöllere dönerler Bir daha da, eğer Allah’ın Hayy ve Kayyum isimleri tecelli etmezse tekrar, hayat bulmaz o körleşmiş latifeler. Artık o milletin her hata ve kusuru gözümüze batar ve sevgi ve şefkat köprüleri hiç tamir edilemeyecek derecede hasar görürler. Bir gün o insanlar sizin himmetinize tekrar ihtiyaç duyup size el uzattıklarında da içinizde ne onlara ulaşacak bir gönül köprüsü, ne de o köprüleri geçmenize yardım edecek sağlam bir niyet, cesaret, ümit ve gayret bulabilirsiniz.

Tüm zulümler devam ederken bence gönül sahillerimizi her gün vuran o Tsunamilerin ardına nazarlarımızı dikmeli ve o his ve idraklerimizi o hikmet adalarında dolaştırmalı değil miyiz! Zalimler size ait her maddi imkanı yıkıp tarumar edebilirler; ancak ümitlerinizi, hayallerinizi, planlarınızı, sevdanızı, imanınızı ve Allah için sevme kabiliyetlerinizi asla çalamamalılar. Onlara bu fırsatı vermeyiniz! Zira kazandıkları an işte sizden bu güzellikleri de çalabildikleri andır. Kazanacağınız ve karanlık bulutların dağılacağı zaman da; Allah ile tekrar ve hatta daha güzel bir bağ kurup; ‘Ey Rabbim! Senin için sevme, seni sevme ve senin tarafından sevilme kabiliyetinden beni mahrum etme!’ diyebildiğiniz, o şefkat adalarına ayak basabildiğiniz andır. İşte o zaman o çok güçlü imiş gibi görünen Tsunami dalgalarının ve hiç yıkılmayacakmış gibi duran zalimlerin aslında ne kadar daa sahte ve zayıf olduklarını, nasıl kolaylıkla dağılıp gittiklerini müşahede edeceksiniz.
Sağlıcakla!